29 Aralık 2007 Cumartesi

13-14 yüzyıl türk edebiyatı

13. ve 14. YÜZYIL TÜRK EDEBİYATI GENEL ÖZELLİKLERİ
Göktürk, Uygur, Karahanlı yazı dilleri Eski Türkçe içinde yer alır. Bunların örneklerini İslamiyet’ten Önceki Türk Edebiyatında ve Geçiş Dönemi diye adlandırdığımız 11. ve 12. Yüzyıl Türk edebiyatında görmüştük. Türk yazı dili 13. yüzyılda biri Batı Türkçesi, diğeri Kuzey-Doğu Türkçesi olmak üzere ikiye ayrıldı. Batı Türkçesi içinde zamanla Anadolu Türkçesi, Azeri Türkçesi, Türkmen Türkçesi, Gagavuz Türkçesi gibi yazı dilleri meydana geldi.Batı Türkçesinin temelini Eski Anadolu Türkçesi oluşturur. 13. ve 14. yüzyıllar bu yazı dilinin oluşup gelişme dönemidir. Bu dönemde, bu yazı dili ile ortaya konan ve anonim birer özellik gösteren Battalnâmeler, Dânışmendnâmeler, Saltuknâmeler ve Dede Korkut Hikâyeleri önem arz eder.
13. ve 14. yüzyılların önemli bir özelliği de bu dönemde Tasavvuf inanışının hızla yayılarak şiirimizin başlıca konu ve teması haline gelmesidir.

En belirgin özellikleri şunlardır:
1) Kurucusu 12. yüzyılda Doğu Türkistan’da yetişen Hoca Ahmet Yesevi’dir.
2) Tekke Edb., Anadolu’da 13. y.y.’dan itibaren gelişmiştir
3) Bu edebiyat şairleri tarikat merkezi olan tekkelerde yetişmiştir.
4) Nazım birimi genellikle dörtlüktür.
5) Hem aruz hem hece vezni kullanılmıştır.
6) Şiirlerin çoğu ezgilidir.
7) Allah, insan, felsefe, doğruluk, ibadet gibi konular işlenmiştir.

8) İlahi, nefes, nutuk, devriye, şathiye, deme gibi nazım şekilleri kullanılmıştır.

9) Dili Aşık Edebiyatı’na göre ağır, Divan Edb.’na göre sadedir.

10) Aşık, maşuk, şarap, saki gibi mazmunlara yer verilmiştir.


13. ve 14. yy’larda Anadolu’nun siyasi yapısı karışıktır. Sağlam bir devlet otoritesi yoktur. Moğol akınları ile memleket yağmalanıyor, yakılıp yıkılıyordu. Şehirde, köyde güvenlik kalmamıştı. Mal, mülk elden zorla alınıyor, ölmek ya da yaşamak tesadüfe bağlı bulunuyordu. Bu huzursuzluk, insana dünyadan el etek çekmeyi va’z eden ve pırıl pırıl ilâhi bir alemin kapılarını açan tasavvufa rağbeti sağlamıştır. Hayatları teminatsız insanlar, tarikatın mânevî havasında veya bazı şeyhlerin nüfuzu altında huzur arıyorlardı.
Tasavvuf konaklarda, şiir ve sanat neşesi olurken; halk arasında ahlâk öğütleri şeklinde yayılıyordu. Fakat tasavvufun yayılmasında rehberlik eden asıl teşkilat “Ahilik”ti. Bektaşilik, Melâmilik, Nakşibendilik, Bayramilik gibi millî tarikatler hep ahilik teşkilatından çıktı.
Tekke şiirinin Türk Edebiyatında kaynakları 12.yy’da Horasan’da Ahmet Yesevî’nin hikmetlerinde görülmüştür. Şiir ve fikir tarihimizdeki yerleri, dil ve edebiyatımızı kurtarmak yolundaki hizmetleri için hiç bir şeyle kıyas edilmeyecek değerdedir. Tekke şiirinin ilk ve en güzel örnekleri 13.yy’da görülmektedir. Bu geleneğin büyük şairi olan Yunus Emre, 13.yy’da yetişmiştir. 13. - 14. ve 15.yy’larda parlak çağını yaşayan Tekke şiiri, 20.yy’a kadar da eser vermeye devam etmiştir.
Özellikle Yunus Emre, Anadolu sahasında halk diliyle halka islâm dininin bütün kurallarıyla anlatan Tekke edebiyatının en büyük şairidir. Orta Asya’da Ahmet Yesevî ile başlayan Türk Tasavvuf Şiiri, Türkistan, Horasan ve Anadolu’da en üstün seviyeye Yunus Emre’yle ulaşmıştır.
14. yüzyılda Anadolu’da Tekke edebiyatı, 13. yüzyıldaki kadar bahtiyar bir devir yaşamamıştır.
O kadar ki bu asırların Tekke şairleri, şiiri Yunus gibi söylemeğe çalışmakla kalmamış, bazen Yunus’un ya “ Emre”liğini ya da bizzat Yunus adını unvan olarak kullanmışlardır.
HOCA DEHHANİ: (13. YY)

13.yy’da yaşamıştır.Horasan Türklerindendir.
*İran edebiyatı etkisiyle din dışı şiirler (LADİNİ )yazdı.
*Divan edebiyatının ilk şairi olarak kabul edilir.
*Şiirlerinin en önemli teması aşktır.
*Farsça bir Selçuk Sehnamesi yazdığı da söylenir.
Aşk , tabiat ve şaraptan bahseder.
AHMED FAKÎH :
Çarhnâme : 100 beyitlik bir kasidedir. Eser tasavvuf konusunda öğretici bilgiler içerir. Dünyanın faniliğinden bahseden, günahtan kaçınmayı öğütleyen Çarhnâme, halk için yazılmış dini-ahlâki bir eserdir.
HACI BEKTAŞ-I VELİ (1209-1270) :
13.yy’da yaşamıştır,Türkistan’ın Nişabur şehrinde doğmuştur.A.Yesevi’nin isteğiyle Anadolu’ya gelmiştir. Bilinen en önemli eseri ‘’Makâlât’’tır. Bektaşilik tarikatının kurucusu-dur.
Hacı Bektaş Veli, 13. Yüzyıl'da yaşamış bir mutasavvıf ve düşünürdür. O, Anadolu'yu Türkleştiren Türkmen gücünün hayatına şekil veren bir halk lideridir. Hacı Bektaş Veli'ye bağlı Türkmenler'e, Bektaşi denilmiştir. Hacı Bektaş Veli, genelde kırsal kesime hitap eden bir düşünür/önder olarak sivrildi. Zamanla onun düşüncesi kentlere de girdi. Kentlerde Bektaşilik adı altında şekillenen bu düşünce, esnaf arasında oldukça yayıldı. Osmanlı Devleti, devşirme denilen Hıristiyan çocuklarından oluşturduğu orduyu Hacı Bektaş Veli'nin düşüncelerinden yararlanarak eğitti ve şekillendirdi. Yeniçeri Ordusu denilen bu ordunun başında bulunan ağa da Bektaşi idi. Bu ordu, 1826 yılına kadar Osmanlı Devleti'nin birinci gücü olmuştur.
Yeniçeri ordusu, törenlerde gülbank çeker (dua okur) ve bu gülbankta da Hacı Bektaş Veli'nin adı anılırdı. Duanın sonu şöyleydi: Pirimiz hünkarımız Hacı Bektaş-ı Veli'nin demine devranına hu diyelim hu!
Kısacası, Hacı Bektaş Veli sadece bir düşünür ve din adamı değil, devlete şekil veren siyasal bir kimlik olarak da son derece önemlidir.
Yaşamı hakkında açık bilgiler yoktur. Buna karşı Hacı Bektaş Veli etkileri ve yaptıklarından dolayı tarihi ve ebedi eserlere konu olmuştur.
ESERLERİ:
Fevâ’idnâme: Dîni, ahlâki ve tasavvufî konuları ihtivâ eder.
Fâtiha Sûresi Tefsiri
Hacı Bektaş Velî’nin Nasîhatları

Besmele Şerh-i : Hacı Bektaş Velî’nin Şerh-i Besmele isimli eseri, genellikle ilâhi merhamet ve hoşgörü konusunu işlemektedir.
Makâlât : Arapça yazd›ğ› eserindeHacı Bektaş Velî’nin dünyevi, dîni ve tasavvufî konularındaki duygularını, düşüncelerini ve nihayet bütünüyle “insan imajını” en açık, sade, anlaşılır, tabiî söyleyişlerle ortaya koyduğu eseri hiç şüphesiz “Makâlât”dır. Makâlât; Şerîat, Tarîkat, Marifet ve Hakikat gibi dört kapıdan ve her kapının da on makamından bahseder. Makâlât’ta; tasavvuftan, kalp ahvalinden, zâhid, ârif ve muhiblerden bahsedilerek insan övülmekte, kendisine verilen nimetler dile getirilmektedir.
Makâlât’ın ilgi çeken en önemli hususu, düşüncelerin Kur’ân-ı Kerîm’in âyetlerine ve Hz.Peygamber’in Hadîs-i şeriflerine dayandırılmış olmasıdır. Bazı bölümlerinde, konular sadece âyetler zikredilerek anlatılmaya çalışılmıştır. Hünkâr Hacı Bektaş Velî Makâlât’ta; İslâm dîninin îman, ibâdet ve ahlâk konularına yer vermiş, ele aldığı konuları âyet ve hadîslerin ışığında ve onlarla destekleyerek incelemiştir. İyi bir Müslüman olabilmek ve Allah’ın rızâsına erebilmek için dikkat edilmesi gereken hususları, dört ana başlık ve her birini de on alt başlık halinde sıralamış, kendi üslubu ile de dört kapı, kırk makam olarak ifade etmiştir.Eser hoca Ahmet Yesevinin Fakirname adlı eserinin bir açıklamsı niteliğindedir
MEVLÂNA CELALEDDİN-İ RÛMÎ
Eserlerini Farsça yazdığı için Türk Edebiyat’ının herhangi bir bölümüne dahil edemediğimiz, Mevlana (Celalettin-i Rumi) Anadolu’da yetişen mutasavvıf şair ve düşünürlerin en büyük iki isimlerinden biridir. (Diğeri Yunus Emre) Mevlevi tarikatının rehberidir. (Kurucusu değildir; çünkü tarikat, oğlu Sultan Veled tarafından kurulmuştur.)Mevlana’nın beş eseri vardır: 1)Mesnevi : Dini tasavvufi ve ahlâki yanı ağır basan didaktik bir eserdir. (6 cilt, 25618 beyit) Mesnevi’de işlenen konuların çoğu öğüt vermek amacı güder. Konuların işlenişinde hikâye ve fabllarla konuyu açıklama, örnekleme, verilmek istenen düşünceyi pekiştirme yolu izlenir ve her hikâye bir öğütle bitirilir. Farsça yazılmıştır. 2)Divan-ı Kebir : Eserde tasavvufi aşk işlenir. 3)Fîhî Ma Fîh : Mevlâna’nın sohbetleri sırasında, başta tasavvuf olmak üzere din, ahlâk, felsefe ile ilgili görüşlerini anlattığı; dünya, insan ve şiir anlayışını söz konusu ettiği konuşmalarından meydana gelir.
4)Mecâlis-i Seb’a : Mevlâna’nın yedi vaazının bir araya getirilmesiyle meydana getirilmiştir. 5) Mektûbat : Dönemin Selçuklu devleti ileri gelenlerine, dönemin devlet adamlarına, dostlarına yazdığı 145 mektubun bir araya getirilmesiyle oluşturulmuştur.
SULTAN VELED (1226-1312)
Mevlana’nın oğludur. Dini-tasavvufi konulara ağırlık vermekle birlikte biçim olarak Divan tarzı şiirleri Anadolu’da ilk yazan odur. Yalnız, şiirlerinin çoğu Farsçadır. Türkçe birkaç gazeli ve mesnevi biçimli birkaç parçası vardır. Farsça eserlerinden bazılarının sonuna Türkçe bölümler eklenmiştir. Selçuk Şehnamesi adlı bir eseri olduğu bilinir, ancak bu eser ele geçmemiştir. Eserleri :
İbtidanâme : Mevlâna’nın ve onunla ilişkileri olan kişilerin yaşamlarına ait bilgiler içerir.
Rebâbnâme : Mesnevidir.
İntihânâme : Mesnevidir.
Maarif : Mevlâna’nın sözlerinin açıklanması yanı sıra kendi özelliklerini ve dönemine ait olayları anlatır.
ŞEYYAD HAMZA
Yûsuf u Züleyhâ : Mesnevidir. 1529 beyittir. Eser, Kur’an-ı Keîm’deki Yûsuf kıssasına dayanmaktadır.
Şeyyad Hamza, 13. ve 14. yüzyıllar Anadolu’sunda etkin olan dini-tasavvufi şiir akımının önemli temsilcilerindendir.
ESERLERİ: Şeyyad Hamza’nın hem aruzla hem de hece vezniyle yazdığı manzumeleri vardır. Manzumelerinde, dörtlük, mesnevi, gazel, kaside olmak üzere değişik nazım şekillerini kullanmıştır. Ancak, onun elde bulunan en ünlü eseri Yusuf u Züleyha mesnevisidir. Eser, Anadolu sahası Türk edebiyatının, bir başka deyişle Divan edebiyatının bilinen ilk Yusuf u Züleyha’sı olması bakımından önemlidir.

YÛNUS EMRE (1240?-1320?)
Tekke Edebiyatı’nın en büyük isimidir. Dünya çapında ün yapmıştır. Nerede ne zaman yaşadığına dair kesin bir bilgi yoktur. Eskişehir-Sivrihisar, Karaman dolaylarında yaşadığı kabul edilir. Eskişehir-Sarıköy’de Yunus’a ait olduğu kesine yakın bilinen bir mezar vardır. “Halka halk diliyle seslenerek, halkın şairi olmayı bil-miştir. “İlahileri yüzyıllardır. Hem halkın bel-leğinde hem de ele çoğaltılan divanlarında yaşamış, günümüzde düzenli basımları yapıl-mıştır. Tasavvuf terimlerinin dışındaki kulla-nımları sade halk diliyledir. Genellikle hece ölçüsünü, bazen de aruzu kullanmıştır. Beyit birimiyle yazılmış şiirleri, dize ortalarına yerleştirilen iç kafiyeler dolayısıyla dörtlükler haline getirilmeye de uygundur. Duygulu ve coşkun bir dille ilahi aşkı ve tasavvuf inançlarını işlemiştir. İslam inançlarından kaynaklanan bir hümanizm (insanseverlik) düşüncesine sahiptir. Şiirleri “Yunus Emre Divan” adıyla bir araya getirilip yayımlanmıştır.
Risaletü’n-Nushiyye (Öğütler Kitabı) adlı öğretici eseri, mesnevi biçiminde, aruzla yazılmıştır.
XIII. Yüzyıl halk şairidir. Hayatı hakkında kesin ve yeterli bilgi yoktur. Eskişehir’de doğup öldüğü söylenir. Hayatı efsanelerle örülmüştür.
Tasavvuf felsefesi, XII. yüzyıldan itibaren Anadolu’ya yayılmaya başlamış; Mevlana, Sultan Velet, Ahmet Fakih gibi şairlerle edebiyata girmiştir. Varlık- yokluk, İnsan-tanrı-ölüm ilişkilerini güçlü bir kültür donanımı ve büyük şiir yeteneğiyle irdeleyerek halka ulaştırabilmiştir.
Tüm halk şairlerini yüzyıllar boyunca etkilemiştir. İlahi türünün en usta şairidir.
İlahi türü şiirlerinde Halk Edebiyatı’nın geleneklerine bağlı kalmıştır. Bunlarda dil sade, anlatım yalın, ölçü hecedir. Risaletü’n-Nushiyye adlı dini didaktik eserinde ise, bu gelenekten ayrılarak aruz ölçüsünü, mesnevi nazım biçimini kullanmıştır.
Allah inancını ve insan sevgisini işler. Şiirlerinde coşkun bir lirizm vardır. Tekke edebiyatının en lirik şairidir. Şiirlerinde hem aruz hem de hece vezni kullanılmıştır. İşlediği konular yönüyle evrenseldir.
Eserleri: Türkçe divan sahibi ilk şairdir. Ayrıca Risaletü’n-Nushiyye adlı öğretici bir mesnevisi vardır.
HALİLOĞLU YAHYA BURGAZİ (13. Yüzyıl)
Fütüvvetnâme : Mevlâna’nın mesnevisinden yararlanılmıştır.
GÜLŞEHRî (14.yüzyıl):
GülŞehrî, Mevlana’n›n o¤lu Sultan Veled taraf›ndan mevleviliĞi yaymak üzere K›rşehir’e gönderildi. Gülflehrî, Feridüddin Attar’›n “Mant›ku’t Tayr (kuşlar›n dili)” adl› mesnevîsini genişleterek ve baz› bölümleri ç›kart›p eklemeler yaparak Türkçeye çevirdi. Âdeta özgün bir eser hâline getirdi.
ESERLERİ: “Mant›ku’t Tayr” Gülşenname dinî, tasavvufî ve ahlâkî bir eserdir.Kuşalrın Hüdhüd adli ermiş kuşun yol göstericiliği ile Anka Veya sımurg denilen efsanevi kuşla temsil edilen Allahı arayışları anlatılır. Eseri bilinçli bir şekilde Türkçe yazması önemlidir.
Gülşehrî’nin “Mant›ku’t Tayr”›n d›fl›nda “Felekname” adl› bir eseri daha vard›r. İslam Felsefesindeki mebde ve maad (başlangıç ve son) konusunu işleyen Farsça mesnevi Felekname.
167 beyitlik Türkçe mesnevi Keramet-ı Ahi Evran,
Aruz kalıplarını örnekleriyle gösteren Farsça Aruz-ı Gülşehri öbür yapıtlarıdır.
ÂŞIK PAŞA (1272-1333)
Horasan’dan gelme, beyliği bırakıp tasavvufa, bilime ve sanata yönelmiş bir ailenin mensu-budur. Kırşehir’de yaşamıştır. Arapça ve Fars-çayı çok iyi bildiği gibi bazı dillere de vakıf ol-duğu anlaşılan Aşık Paşa, bilinçli olarak Türk-çeyi savunmuş ve eserlerini sade sayılabilecek bir dille yazmıştır. Hece ölçüsü ve dörtlük biri-miyle yazdıkları gibi, aruzla ve beyitler halinde yazdıkları da sade ve içten bir Türkçeyle kale-me alınmıştır. Şiirlerinde tasavvuf düşüncesini işlemiş; ahlaki, toplumsal nitelikli öğretici eserler vermiştir. En önemli eseri Garipname’dir. Garipnâme : 10613 beyitlik mesnevisidir. Bundan başka dört mesnevi daha yazmıştır. (Şiirlerinin çoğunu aruzla yazdığı için Aşık Paşa, Divan şairi de sayılabilir.)
AHMEDİ (14. Yüzyıl)
İran şiirinin biçim, söyleyiş ve içerik özelliklerini Türkçe şiirlerinde uygulamaya çalışmıştır. “Divan” sahibi ilk Anadolulu şairdir. Divanından başka İskendername (Büyük İskender’in maceralarıyla ilgili) ve Cemşid ü Hürşid adlı mesnevileri vardır. Daha çok dindışı konuları işlemiştir.
Ladini konularda en çok eser veren kişidir.Divan şiirinin kurucusu sayılır. İslami ilimler yanında tıp, astroloji, geometri öğrenmiş devrinin şairi pür maarif olarak anılmıştır.
Asıl ismi Taceddin İbrahim'dir, 14. yüzyılın en büyük divan şairidir. Ahmedî “Germiyanl› Ahmedî” olarak bilinir. Yabanc› sözcüklerin ve divan edebiyat›ndaki mazmunlar›n yerleşmesinde etkili olmuştur.
ESERLERİ: Divan:
İSKENDERNAME: 8200 beyitlik , büyük İskenderin hayatını , ideallerini anlattığı bir mesnevi.
Cemşid ü Hürşit: Aşk konulu bir mesnevidir. beş bin beyitliktir.
Tervihül Ervah: Tıp kitabıdır.
Miratül Edep:
KADI BURHANEDDİN (14. Yüzyıl)
Sivas’ta beylik kurmuş ve bir savaşta esir düşerek can vermiş bir kahraman olmasına rağmen asıl ününü şiir ve edebiyat alanında yapmıştır. Tuyuğları ve gazelleri ile tanın-mıştır. Büyük bir divanı vardır.
NESÎMİ : (14. Yüzyıl )
Azeri ağzıyla gazeller, tuyuğlar yazmıştır. Aslında tasavvuf şairi de sayılabilir. Ancak içerik olarak tekke şiiri özellikleri taşıyan eserleri biçim ve söyleyiş yönünden Divan Edebiyatı özelliklerine sahiptir. Divan şiirinin, halka en iyi hitap eden sade örnekleri verilmiştir. Heyecanlı ve duygulu bir söyleyişi vardır. Halep’te derisi yüzülerek öldürülmüştür.
SEYYİD NESİM (14.YY)
*14.yy’da tasavvuf alanında şiirler yazan Seyyid Nesim’i görürüz.
*Eserlerinde Azeri Türkçesini kullanmıştır.
*Dili oldukça sadedir.
*Şiirleri son derece liriktir
*Divanı vardır.Tuyuğları önemlidir.
KUL MESUT : ( 14. Yüzyıl )
Kelile ve Dimne Tercümesi : Sade nesrin bir örneğidir. Asıl sahibi Beydeba’dır.

3 Aralık 2007 Pazartesi

anlatım bozukluğu düzenlenmiş cümleler

ANLATIM BOZUKLUKLARIYLA İLGİLİ UYGULAMALAR

Aşağıdaki cümlelerdeki anlatım bozukluklarını bularak, düzeltiniz.
*Ekşi yiyecekleri az , acıyı ise hiç yemezdi.
Ekşi yiyecekleri az yerdi, acıyı ise hiç yemezdi.
*Bu yazıyı değil okumak, anlamak bile imkânsız.
Bu yazıyı değil anlamak, okumak bile imkânsız.
*Ben ona ağabey, o da bana kardeşim derdi.
Ben ona ağabey derdim, o da bana kardeşim derdi.
*Toplantıda pasta ve meyve suyu ikram edildi.
Toplantıda meyve suyu ve pasta ikram edildi.
*Biricik arzum bu yılki sınavı kazanmak ve iyi bir bölüme girmemizdir.
Biricik arzum bu yılki sınavı kazanmanız ve iyi bir bölüme girmenizdir.
*Bu işi ben ve sen yapmalısınız.
Bu işi ben ve sen yapmalıyız.
*Kendisine bütün sınıf adına teşekkür eder ve tebrik ederim.
Kendisine bütün sınıf adına teşekkür eder ve kendisini tebrik ederim.
*-Yarının mutlu günlerine özlem duyuyorum.
Özlem geçmişe duyulur.
*Bu bölge coğrafî ve iklim açısından ilgi çekici özelliklere sahiptir.
Bu bölge coğrafî açıdan ve iklim açısından ilgi çekici özelliklere sahiptir.
*Hiçbiri anlatılanlara inanmıyor, kendi fikrinde ısrar ediyordu.
Hiçbiri anlatılanlara inanmıyor, herkes kendi fikrinde ısrar ediyordu.
*Bir yıl boyunca devamlı çalışarak kazanıldı.
Bir yıl boyunca devamlı çalışılarak kazanıldı.
*Bu yasadan özel ve kamu kuruluşlarında çalışanlar yararlanacak.
Bu yasadan özel kuruluşlar ve kamu kuruluşlarında çalışanlar yararlanacak.
*Dünkü toplantıda Ali bana okul arkadaşını tanıştırdı.
Dünkü toplantıda Ali bana okul arkadaşını tanıttı.
Dünkü toplantıda Ali benimle okul arkadaşını tanıştırdı.
*Beyin zarı iltihapları iyi tedavi edilmezse ölüme hatta sara nöbetlerine yol açabilir.
Beyin zarı iltihapları iyi tedavi edilmezse sara nöbetlerine hatta ölüme yol açabilir.
*Her yolda kalan insana yardım etmeliyiz.
Yolda kalan her insana yardım etmeliyiz.
*Bu tür konuşmalar gözlerimi yaşartırlar.
Bu tür konuşmalar gözlerimi yaşartır.
*Şüphesiz ki bu sözleri bazı öğrenciler duymuş olmalı.
Mantık yanlışıdır.
*Başarısını düzensiz çalışmasına borçludur.
Başarısını düzenli çalışmasına borçludur.
*Kitap için kendisine verilen paranın eksik ve yeterli olmadığını söyledi.
Kitap için kendisine verilen paranın eksik olduğunu ve yeterli olmadığını söyledi.
*Herkes onu görmek istemiyordu.
Hiç kimse onu görmek istemiyordu.
*Japonya’daki arkadaşıyla on yıl boyunca karşılıklı mektuplaşmış.
Japonya’daki arkadaşıyla on yıl boyunca mektuplaşmış.
*Büyüklere gereken saygıyı göstermeli ve incitmemeliyiz.
Büyüklere gereken saygıyı göstermeli ve büyükleri incitmemeliyiz.
*Bu erikler çok tatlıdırlar.
Bu erikler çok tatlıdır.
*Yanına gidin, konuşup derdinizi anlatın.
Yanına gidin, derdinizi anlatın.
*Bu konuda söylenenlere inanıyor, her yerde öne sürüyordu.
Bu konuda söylenenlere inanıyor, söylenenleri her yerde öne sürüyordu.
*Ağaç bayramında ben de birkaç fidan ektim.
Ağaç bayramında ben de birkaç fidan diktim.
*Karaya yaklaşıyor mu, yoksa uzaklaşıyor muyuz?
Karaya yaklaşıyor mu, yoksa karadan uzaklaşıyor muyuz?
*Hiç kimse bu paraya bu işi yapar.
Herkes bu paraya bu işi yapmaz.
*Erzurum’da hava sıcaklığı sıfırın altında eksi otuz dolaylarındaydı.
Erzurum’da hava sıcaklığı eksi otuz dolaylarındaydı.
*Güç ve müşkül zamanlarda üstüne düşeni yerine getirir.
Güç zamanlarda üstüne düşeni yerine getirir.
*Mutlaka bugün çocukluk arkadaşını belki arayacak.
Mantık yanlışı vardır.
*Öğrencileri, teşvik etmeli, yüreklendirmeli, destek olmalıyız.
Öğrencileri, teşvik etmeli, yüreklendirmeli, onlara destek olmalıyız.
*Şirketteki mevcut ikilik günden güne büyüyor.
Şirketteki ikilik günden güne büyüyor.
*Bu iki sınıf arasındaki ayrıcalık tespit edilemedi.
Bu iki sınıf arasındaki farklılık tespit edilemedi.
*Yeni kaydolan öğrencilerin bu kadar çekimser davranmalarına bir anlam veremiyorum.
Yeni kaydolan öğrencilerin bu kadar çekingen davranmalarına bir anlam veremiyorum.
*Son dakikada attığı golle takımının galip gelmesine yol açtı.
Son dakikada attığı golle takımının galip gelmesini sağladı.
Yol açmak olumsuz işler için kullanılır.
*Sınavı düzenli çalışmasına karşın kazandı.
Sınavı düzenli çalışmasına karşın kazanamadı.
*Ülkemizde bu tür ameliyatlarda ölüm şansı Avrupa’da yapılanlardan ancak yüzde bir fazladır.
Ülkemizde bu tür ameliyatlarda ölüm ihtimali Avrupa’da yapılanlardan ancak yüzde bir fazladır.
*Aşağı yukarı bundan tam iki yıl önceydi.
Mantık yanlışlığı vardır.
*Oturduğu yerden ayağa kalktı, yanıma geldi.
Oturduğu yerden kalktı, yanıma geldi.
*O fabrikada benim iyi tanıdığım bir adam var.
O fabrikada iyi tanıdığım bir adam var.
*Parktaki yeşil çimenlere basınca bekçiyi kızdırdık.
Parktaki çimenlere basınca bekçiyi kızdırdık.
*Kardeşim yanıma geldi, kulağıma yavaşça bir şeyler fısıldadı.
Kardeşim yanıma geldi, kulağıma bir şeyler fısıldadı.
*Arkadaşım gizli sırlarımızı ona da söylemiş.
Arkadaşım sırlarımızı ona da söylemiş.
*Bugünden sonra sağlığınıza, sıhhatinize dikkat etmelisiniz.
Bugünden sonra sağlığınıza dikkat etmelisiniz.
*Köyde birçok hayvanlar ölmüş.
Köyde birçok hayvan ölmüş.
*Bana yardım ederek, işi kısa sürede bitirmeme neden oldu.
Bana yardım ederek, işi kısa sürede bitirmemi sağladı.

anlatım biçimleri

Anlatım Biçimleri:
Bir düşünceyi, bir duyguyu, bir tasarıyı, bir olayı sözle ya da yazıyla ifade etmeye anlatım ;
birbirinden farklı konuları, olayları, gözlem ve izlenimleri anlatırken kullanılan yöntemlere ise anlatım biçimi denir.

Açıklayıcı Anlatım : Bu anlatım biçiminde temel amaç, okura herhangi bir konu üzerinde bilgi verme, iyice anlaşılmayan ya da yanlış anlaşılan bir sözü, bir düşünceyi açıklığa kavuşturmaktır. Bu anlatım biçiminde temel amaç bilgi vermek olduğu için belirtilen yargı tartışılmaz; konuyla ilgili karşıt görüşlere yer verilmez. Anlatım oldukça ciddi, kuru ve öğreticidir.
Açıklamanın yapılabilmesi, bir bilginin tam ve eksiksiz olarak verilmesi için tanımlamalardan, örneklemelerden, karşılaştırmalardan ve sayısal verilerden yararlanılır.
Fıkra, makale, deneme, gezi, eleştiri, röportaj gibi yazı türlerinde açıklayıcı anlatım biçimi yoğun olarak görülür.

Özellikleri:
1.Dil daha çok göndergesel işlevde kullanılır.
2.İfadeler kesin ve açıktır.
3.Kelimeler genelde gerçek(temel)anlamlarıyla kullanılırlar.
4. “Tanımlama, açıklayıcı betimleme, sınıflandırma ,örneklendirme, karşılaştırma, tanık gösterme, sayısal verilerden yararlanma” gibi düşünceyi geliştirme yollarından faydalanılır.
5.Yazarın amacı okuyucuyu bilgilendirmektir.
6.İfade hiçbir engele uğramadan akıp gider.
7.Gereksiz söz tekrarı yapılmaz.
8.Ses akışını bozan, söylenmesi güç sesler ve kelimeler yoktur.
9.Dil ve ifade sade, gösterişsiz ve pürüzsüzdür.
10.Düşünce ve duygular kısa ve kesin ifadelerle dile getirilir.

Örnek :
“Çağdaş eğitim, bireyi bilgi ile donatmaktan çok, ona kendi kendine bilgi edinme yollarını öğretmeyi amaçlar. Bireyde, sağlıklı düşünme, doğru anlama, toplum içinde türlü durumlara olumlu uyum sağlayabilme yeteneklerinin geliştirilmesini ister. Sağlıklı düşünme, öncelikle dilin işleyiş düzeninin kavranmasına bağlıdır. Bu sebeple kişinin eğitimi ile ana dili arasında doğrudan bir bağlantı vardır.”

Tartışmacı Anlatım : Bu anlatım biçiminde birbirine karşıt düşünceleri, bir konuyla ilgili kanıları değiştirmek, çürütmek ya da onların yerine yenisini koymak amaçlanır.
Tartışmacı anlatımda yazar, inandırıcılığı sağlayabilmek için ciddi ve ağırbaşlı bir anlatım yerine sohbete varan rahat bir anlatım kullanır. Yazarın sık sık sorular sorup bunlara yanıtlar vermesi, bu anlatımın ayırt edici bir başka özelliğidir.
Tartışmacı anlatım, bilimsel inceleme ve araştırmaya dayalı yapıtlar başta olmak üzere eleştiri, fıkra, deneme, makale, röportaj gibi yazı türlerinde de sık sık rastlanan bir anlatım biçimidir.
Özellikleri:

1.Dil daha çok göndergesel işlevde kullanılır.
2.Düşünce ve duygular kısa ve kesin ifadelerle dile getirilir.
3.Dil ve ifade sade, gösterişsiz ve pürüzsüzdür.
4.Gereksiz ifadelere yer verilmez.
5.Karmaşık ve anlaşılması güç cümleler kullanılmaz.
6.Ses akışını bozan, söylenmesi güç sesler ve kelimeler yoktur.
7.Savunulan ve karşı çıkılan görüşlere yer verilir.
8.İki farklı bakış açısının olduğu konular bu türde işlenmeye daha elverişlidir.
9.Fıkra, deneme, makale, röportaj gibi türlerde kullanılır.
10.Yeteneğe, bilgi ve deneyime göre yöntem belirlenir.
11.Eleştirici bir bakış açısıyla vardır.
12.Anlatım tarzı sohbete varabilir.


Örnek :
“Gene bir eski özlemdir, gidiyor. Yeniye kötü kötü bakıyorlar, mana yokmuş, güzel değilmiş, düşünmekten, çalışmaktan kaçınan kimselerin ne yaptıklarını bilmeden ortaya attıkları şeylermiş. Geçmişin büyük eserlerini inceleyip de onlardan örnek almalıymışız. Oysa ki asıl, yeni zordur; yeninin manasını anlamak, güzelliğini duymak zordur. Bunun için alışkanlıklarımızı aşmak, dikkatimizi işletmek gerekir.”

Betimleyici Anlatım : Varlıkların kendilerine özgü ayırıcı niteliklerini, bu niteliklerin duyu organlarımız üzerindeki etki ve izlenimlerini görünür kılmaya, onları sözcükler aracılığıyla resimlendirmeye betimleme denir.
Bir anlatımın betimlemelere dayandırılması ve betimlemenin amaç olarak kullanılması ile oluşturulan anlatım biçimine de betimleyici anlatım denir.
Betimlemede, görme, işitme, tatma, dokunma ve koklama duyularına yönelik bir anlatım vardır. Herhangi bir varlığın, nesnenin, olayın veya çevrenin, duyu organlarımız üzerinde bıraktığı izlenimler belirli bir plana göre okura aktarılır.
Betimleyici anlatım biçimi, amacına göre iki çeşittir:
Açıklayıcı Betimleme : Bu tür betimlemelerde amaç bilgi vermektir. Betimlenen varlık ya da nesne tanıtıcı ve ayırıcı özellikleriyle nesnel bir tutumla okura aktarılır.
Sanatsal Betimleme : Bu betimlemede temel amaç, izlenim kazandırmaktır. Anlatımda, genel ayrıntılardan, ayırıcı ayrıntılara doğru gidilir. Kısaca gözlemlenen varlık ya da nesnenin anlatıcı üzerinde bıraktığı etki yansıtılır.
ÖZELLİKLERİ:
1.Betimlemeler açıklayıcı ve sanatsal betimleme olmak üzere ikiye ayrılır.
2.Kişinin iç dünyasını anlatan betimlemelere tahlil(ruhsal portre) denir.
3.Kişinin dış görünüşünü anlatan betimlemelere simgesel (fiziksel portre) betimleme denir.
4.Roman, hikâye, tiyatro, gezi yazısı gibi türlerde kullanılır.
5.Kelimelerin yan ve mecaz anlamlarına yer verilebilir.

Sanatsal Betimleme:
1.İzlenim kazandırmak amacıyla yazılır.
2.Değişik duyulara seslenen özel ayrıntılar üzerinde durulur.
3.Ayrıntılar sübjektif olarak verilir.
4.Amaç sanat yapmaktır.



Açıklayıcı Betimleme:
1.Bilgi vermek amacıyla yazılır.
2.Genel ayrıntılar üzerinde durulur.
3.Ayrıntılar objektif (olduğu gibi) olarak verilir, betimlemeye kişisel duygu ve düşünceler katılmaz.
4.Amaç sanat yapmak değil, bir konu hakkında bilgi vermektir.
5.Değişik duyulara seslenen özel ayrıntılar üzerinde durulmaz.

Örnek :
“Burada müthiş karasinek vardı. Hele kebapçının bulunduğu yerde… Bir dükkanda ve etrafında bu kadar sinek olmasının bir hikmeti vardır, elbette…”

Öyküleyici Anlatım : Tasarlanan, gözlemlenen ya da yaşanan bir olayı yer, zaman ve kişi kavramlarına bağlayarak anlatan anlatım biçimine öyküleme denir. Öykülemede amaç;anlatılan olayı okuyucunun gözü önünde canlandırmaktır.
Bu anlatım biçimi öykü, roman, masal, biyografi... gibi eserlerin temel örgüsünü oluşturur. Yazar, konuyla ilgili ana düşüncesini okuyucusuna belirli bir olayı yaşatarak algılatmayı amaçlamıştır. Bu anlatım biçimi çoğu zaman "betimleme" ile birlikte kullanılır
Öykülemeyi oluşturan ögeler; olay,yer,zaman ve kişiler şeklinde sıralanabilir. Olay, öykülemenin temel unsurudur. Olay; bir durumdan başka bir duruma, bir yerden başka bir yere ve görünüşe geçiştir. Olay için, olayın içinde yer alacak şahıslara, olayın geçeceği bir yere ve her olay için bir zamana ihtiyaç vardır.
Örnek :
“Hamdi amcamı en son 1960-1961 yıllarında gördüm. Bir iş nedeniyle Ankara’ya gelmişti. Beni görmeden gitmeyi içine sindirememiş, telefon edip geleceğini söylemişti. Tıpkı çocukluğumda babamı beklediğim gibi, camdan cama koşup gelişini bekledim. Uzun yıllar sonra birbirimizi görüp konuşacaktık. Amca yeğen birbirimize sarıldık. Hem sevinçten hem de annemi babamı anımsayıp ağladık. Çocuklarımı kucağına aldı. Onları öpüp öpüp sevdi. Kardeşim, Leman Hanım, bunları görseydi, dedi. O gün onu son görüşüm oldu. Öldüğünü duyduğum zaman ne yapacağımı şaşırdım…”
ÖZELLİKLERİ:
1.Olay, kişi, mekân ve zaman ortak öğeleridir.
2.Olaylar birinci şahsın ağzından anlatılabilir.(Anlatıcı olay kahramanlarından biridir) (Kahraman anlatıcının bakış açısı)
3.Olaylar ilahi bakış açısıyla anlatılabilir.(Anlatıcı kahramanların iç dünyası da dahil olup biten her şeyden haberdardır.)
4.Olaylar 3.şahsın ağzından anlatılabilir.(Olan biten bir kamera sessizliğiyle izlenip anlatılır) (Gözlemci anlatıcının bakış açısı)
5.Kişi, mekân ve zaman olay ve olay örgüsünü oluşturmak için kullanılan öğelerdir.
6.Öyküleyici anlatım hikâye, roman, anı gibi türlerde kullanılır.
7.Öyküleyici anlatımda bir olayın olması şarttır.
8.Yaşanmış olaylarda olay zinciri, kurgulanmış olaylarda olay örgüsü vardır.
9.Öyküleyici anlatım sanat metinlerinde ve öğretici metinlerde kullanılır.
10.Sanat metinlerinde anlatıcı kurmaca kişi, öğretici metinlerde ise gerçek bir kişidir.

COŞKU VE HEYECANA BAĞLI (LİRİK) ANLATIM
1.Lirik anlatımda dil “heyecana bağlı işlev”de kullanılır.
2.Coşku ve heyecana bağlı anlatım daha çok şiir, roman, hikâye, tiyatro türlerinde kullanılır.
3.Öyküleyici anlatımda bir olay ve durumun anlatılması; betimleyici anlatımda kişi, durum ve varlıkların betimlenmesi; lirik anlatımda ise duyguların ifade edilmesi esastır.
4. Coşku ve heyecana bağlı anlatımlarda kelimeler daha çok mecaz ve yan anlamda kullanılır.
5.Öyküleyici anlatımlarda olay ve durumlar anlatılırken duygusal düşünceler katılmaz. Coşku ve heyecana bağlı anlatımda duygular ve içinde bulunulan ruh hali yansıtılır.

DESTANSI (EPİK) ANLATIM
1.Olağanüstü olaylar ve kişiler anlatılır.
2.Destan türünün yiğitçe havası vardır.
3.Tarihi konular ve kahramanlıklar işlenir.
4.Etkileyici bir özellik taşır.
5.Sürekli hareket vardır.
6.Kelimeler mecaz ve yan anlamlarda kullanılabilir.
7 Şiir, destan roman, hikâye, tiyatro, destansı anlatımın kullanıldığı türlerdir.
8.Anlatımda abartıya yer verilebilir.
9.Sanatlı bir dil kullanılır.

DÜŞSEL (FANTASTİK) ANLATIM
1.Düşsel anlatımda konu; olağanüstü ve fantastik özelliklere sahip, hayal ürünüdür.
2.Zaman belirli ya da belirsizdir; olağanüstü özelliklere sahip olabilir.
3.Mekân, olağanüstü, düşsel öğelerden oluşmuş olabilir. Mekân günlük yaşamda karşılaşamayacağımız niteliktedir.
4.Kişiler çoğu zaman gerçekten uzak kişilerdir. Olağanüstü nitelikte olabilirler.
5.Düşsel anlatımda hayal, varsayım, abartma, kişileştirme gibi unsurlar çok kullanılır.
6.Daha çok di’ li veya miş’li geçmiş zaman kipi kullanılır.

Düşsel anlatımla düşsel olmayan metinlerin benzer ve farklı yönleri:
Benzerlikleri:Her iki anlatımda da yapıyı meydana getiren öğeler (kişi,zaman,mekan,ve olay örgüsü) aynıdır.
Farklılıkları:
1.Düşsel anlatımda konu; olağanüstü ve fantastik özelliklere sahip,hayal ürünüdür.
Düşsel olmayan anlatımda konu yaşanmış ya da yaşanabilir olmalıdır. Günlük yaşama ait unsurlar konu olabilir.
2. Düşsel anlatımda tema hayali unsurlardan oluşur
Düşsel olmayan anlatımda tema konuyla ilgili olarak günlük yaşama ait, yaşanabilir özelliktedir.
3. Düşsel anlatımda zaman belirli ya da belirsizdir. Bazen zaman ötesi nitelikler taşır.
Düşsel olmayan anlatımda zaman belirli ya da belirsizdir. İçinde bulunduğumuz zamanın özelliklerine sahiptir.
4. Düşsel anlatımda mekân olağanüstü, düşsel öğelerden oluşmuş olabilir. Mekân günlük yaşamda karşılaşamayacağımız niteliktedir.
Düşsel olmayan anlatımda mekân, olağanüstü, düşsel öğelerden uzak, sıradan, günlük yaşamda karşılaşacağımız mekânlardır.
5. Düşsel anlatımda kişiler çoğu zaman gerçekten uzak kişilerdir. Olağanüstü nitelikte olabilirler.
Düşsel olmayan anlatımda kişiler sıradan, günlük yaşamda karşılaşabileceğimiz kişilerdir.

EMREDİCİ ANLATIM
1.Dil alıcıyı harekete geçirme işlevinde kullanılır.
2.Emir, telkin, öneri anlamı taşıyan ifadelere yer verilir.
3.Öğretici ve açıklayıcı yönleri vardır.
4.Sosyal hayatın düzenlenmesinde emredici anlatım kullanılır.
5.Trafik kuralları, bazı eşyaların kullanma kılavuzları emredici anlatıma örnek verilebilir

GELECEKTEN SÖZ EDEN ANLATIM
1. Gelecekten söz eden metinler varsayım ile oluşmuştur.
2. Genellikle gelecek zaman ifadesi kullanılır.
3. Verilerden yola çıkılarak geleceğe ait tahminler yapılabilir.
4. Olandan çok olması istenilen anlatılır.
5. Gerçekleşmesi mümkün olmayan tasarı ve düşünceler (ÜTOPYA) anlatılır.

“Gelecekten söz eden anlatım” ile “düşsel anlatım” arasındaki benzerlik ve farklılıklar: Gelecekten söz eden anlatımda ve düşsel anlatımda kişinin kendi hayal dünyasındakiler dile getirilir ve buna göre bir anlatım yolu seçilir. Düşsel anlatımda gerçeklikle ilgisi olmayan tamamen çağrışımlara dayalı olaylar, kişiler, zamanlar anlatılır ve bu yapı unsuruyla konu ve tema oluşturulur. Gelecekten söz eden anlatımda ise gerçeklerden yola çıkılarak tahmine dayalı bir anlatım yolu benimsenir. Yani gelecekten söz eden anlatım gerçeğe daha yakındır.

KANITLAYICI ANLATIM
1.İnandırma, aydınlatma, kendi görüşünü kabul ettirme amaç edinilir.
2.Kavramları tanımlama ve açıklama önemlidir.
3.Okuyucu ve dinleyiciyi ikna etmek, düşündürmek ve üzerinde durulan konudan uzaklaşmamak için bazı kelime, kelime grupları ve cümleler tekrar edilir.
4. Konuşmacı ya da yazar, üzerinde durduğu konuyu aydınlatmak ve düşüncelerini kabul ettirmek için örneklere başvurur.
5.Konuşmacı ya da yazar konuyu aydınlatmak maksadıyla farklı kişilerin düşüncelerine müracaat eder.
6.Kelimeler ve kelime grupları gerçek anlamında kullanılır.
7.Dil daha çok göndergesel işlevde kullanılır.
8. ”Tanımlama, açıklayıcı betimleme, örneklendirme, karşılaştırma, tanık gösterme, sayısal verilerden yararlanma “ gibi düşünceyi geliştirme yollarından faydalanılır.
9.Kanıtlayıcı anlatımda hitap edilen toplumun kültür düzeyi ve beklentileri önemlidir.

MİZAHİ ANLATIM
1.Okuyucuda uyandırılmak istenen etkiye göre düzenlenir.
2.Ses, taklit, hareket ve konuşma önemlidir.
3.Mizahi unsurlarda gerçekten sapma vardır.
4. Amaç okuyucuyu düşündürmek ve eğlendirmektir.

ÖĞRETİCİ ANLATIM
1.Dil daha çok göndergesel işlevde kullanılır.
2.Söz sanatlarına, kelimelerin mecaz anlamlarına yer verilmez.
3.Verilen bilgiler örneklerle ve tanımlarla pekiştirilir.
4.Daha çok nesnel cümleler kullanılır.
5.Açıklama, aydınlatma, bilgi verme amaçlarıyla yazılır.
6.Öğretici metnin anlaşılması ve yorumlanması için okuyucunun verilen bilgiyi kavrayabilecek birikime sahip olması gerekir.
7.İfade hiçbir engele uğramadan akıp gider.
8.Gereksiz söz tekrarı yapılmaz.
9.Ses akışını bozan, söylenmesi güç sesler ve kelimeler yoktur.
10.Dil ve ifade sade, gösterişsiz ve pürüzsüzdür.
11.Düşünce ve duygular kısa ve kesin ifadelerle dile getirilir.
12.Bu anlatım türü daha çok ansiklopedilerde ve ders kitaplarında kullanılır.
13.Tarihi metinler, felsefi metinler, bilimsel metinler gibi bölümleri vardır.

SÖYLEŞMEYE BAĞLI ANLATIMLA OLUŞTURULMUŞ METİNLERİN ÖZELLİKLERİ
1.Jest ve mimikler anlatımın gücünü artırır.
2. Hikâye, roman, tiyatro, mülakat, röportaj, monolog söyleşmeye bağlı anlatımın kullanıldığı metin türleridir.
3.Karşılıklı konuşmalar, bağlama ve konuşulan kişiye göre değişebilir.
4.Görme ve işitmeyle kurulan iletişim önemlidir.
5.Vurgu ve tonlama önemlidir.
6.Roman, hikâye ve tiyatrolardaki karşılıklı konuşmalara diyalog, iç konuşmalara ise monolog denir.
8.Tekrarlar,söyleşmeye bağlı anlatımlarda ifadeyi kuvvetlendirir.
9.Söyleşmeye bağlı metinlerde anlatımın süresi sınırlandırılmalıdır.

bağlaşıklık bağdaşıklık

BAĞLAŞIKLIK
Tanım: Bir metinde dil öğelerinin (ek, kelime ve kelime grupları) dil bilgisi kurallarına uyularak yan yana getirilmesine (cümle oluşturulmasına) bağlaşıklık (dil bilgisi bağıntısı) adı verilir. Bağlaşıklık cümlede aşağıda unsurların gerçekleşmesinde etkilidir.

1. Bağlaşıklık cümlede anlam belirsizliğini ve bundan kaynaklanan anlatım bozukluğunu engeller.
Ör: Geleceğini annemden duydum.==> “Onun geleceğini annemden duydum.” ve ya “Senin geleceğini annemden duydum.”
Yarışmada birinci olduğuna sevindim. ==> “Senin yarışmada birinci olduğuna sevindim.” Ya da “Onun yarışmada birinci olduğuna sevindim.”

2. Eklerin eksik veya yanlış kullanılmasına ve bundan doğacak anlatım bozukluğuna engel olur.
Ör: Bu çocuklar fakir ülkenin, savaş nedeniyle gerekli eğitimi alamayan çocuklardır.==>
Bu çocuklar fakir ülkenin, savaş nedeniyle gerekli eğitimi alamayan çocuklarıdır.
Senin en sevdiğim yanın derslerine düzenli çalıştığındır. ==> Senin en sevdiğim yanın derslerine düzenli çalışmandır.

3. Dolaylı tümleç eksikliğini ve bundan kaynaklanan anlatım bozukluklarını engeller.
Ör: Öğrencileri rahat edecekleri odalara yerleştirip, en iyi imkânları sağladı. ==>Öğrencileri rahat edecekleri odalara yerleştirip onlara en iyi imkânları sağladı.
Burada daha çok eski arkadaşlarını arıyor, hasret duyuyordu. ==> Burada daha çok eski arkadaşlarını arıyor, onlara hasret duyuyordu

4. Nesne eksikliklerini ve bundan kaynaklanan anlatım bozukluklarını engeller.
Ör: Televizyona çok bakıyor, akşama kadar kapatmıyor. ==> Televizyona çok bakıyor, televizyonu akşama kadar kapatmıyor
Herkesin fikrine saygı gösteriyor, dinliyor.==> Herkesin fikrine saygı gösteriyor, onları dinliyor

5. Özne eksikliğini ve bundan kaynaklanan anlatım bozukluklarını engeller:
Ör: Kapıya dayanmayın, dün boyandı ==> Kapıya dayanmayın, kapı dün boyandı.
Nüfus sayımı bu yıl yapıldı, bir hayli artmış==> Nüfus sayımı bu yıl yapıldı, nüfusumuz bir hayli artmış

6. Fiilin veya yardımcı fiilin yanlış kullanılmasını ve bundan doğan anlatım bozukluklarını engeller
Ör: Ekşiyi az, acıyı ise hiç sevmezdi ==> Ekşiyi az sever, acıyı ise hiç sevmezdi.
Kitap için kendine verilen paranın eksik ve yeterli olmadığını söyledi. ==> Kitap için kendine verilen paranın eksik olduğunu ve yeterli olmadığını söyledi
Bu davranışıyla bize yarar mı sağladı zarar mı belli değil Bu davranışıyla bize yarar mı sağladı zarar mı verdi belli değil

7. Kelimelerin cümle içinde yanlış yerde kullanılmasını ve bundan kaynaklanan anlatım bozukluklarını engeller.
Ör: Alınan bu karar savaşta askerin daha çok ölmesine neden oldu ==> Alınan bu karar savaşta daha çok askerin ölmesine neden oldu
İzinsiz inşaata girilmez ==> İnşaata izinsiz girilmez.

8. Gereksiz kelime kullanılmasını ve bundan doğacak anlatım bozukluklarını engeller:
Ör: Yalnız gitmekten korkmuş, annesiyle birlikte gitmiş. ==> Yalnız gitmekten korkmuş, annesiyle gitmiş
Yüksek sesle bağırmana gerek yok ==> Bağırmana gerek yok.

9. Tamlama yanlışlıklarını ve bundan doğacak anlatım bozukluklarını engeller
Ör: Kaza yerine birçok askerî ve polis aracı geldi ==> Kaza yerine birçok askerî araç ve polis aracı geldi
Bu önlemler ekonomik ve sağlık açısından olumlu sonuçlar verdi  Bu önlemler ekonomik açıdan ve sağlık açısından olumlu sonuçlar verdi

10. Etken ve edilgen fillerin bir arada kullanılmasını ve bundan doğacak anlatım bozukluklarını engeller:
Ör: Bütün yemekleri hazırlayıp bir kenara koyulmalıdır “Bütün yemekleri hazırlayıp bir kenara koymalıdır” ve ya Bütün yemekler hazırlanarak bir kenara koyulmalıdır.
Bazı yolcuların giriş işlemleri yapmaya başlandı Bazı yolcuların giriş işlemleri yapılmaya başlandı

11. Ek fiilin kullanılmamasını ve bundan doğacak anlatım bozukluklarını engeller
Ör: Boyu kısa bedeni de pek biçimli değildi Boyu kısaydı bedeni de pek biçimli değildi
O yaşlı şair geleneklere bağlı, ama yeniliklere kapalı değildi O yaşlı şair geleneklere bağlıydı, ama yeniliklere kapalı değildi

12. Farklı yüklemlerin aynı özneye bağlanmasını ve bundan doğacak anlatım bozukluklarını engeller.
Ör: Hiç kimse okula gelmedi, geziye gitti  Hiç kimse okula gelmedi, herkes geziye gitti
Annem hiçbirimizi azarlamaz, severdi  Annem hiçbirimizi azarlamaz, hepimizi severdi
Her gün okula geç geliyor, erken gelmiyor  Her gün okula geç geliyor hiç erken gelmiyor.
Herkes konuşuyor, ders dinlemiyor.  Herkes konuşuyor, hiç kimse ders dinlemiyor


BAĞDAŞIKLIK
Tanım: Dil öğelerinin (ek, kelime ve kelime grupları) aralarında oluşturdukları anlam bağıntılarına denir. Kelimelerin yeni bir anlam ifade etmek için yan yana gelerek oluşturdukları söz gruplarına bağdaştırma denir. Bağdaşıklık cümlelerde aşağıdaki durumlarda etkili olarak anlam bozukluklarını engeller.

1. Birbiriyle çelişen ifadelerin bir arada bulunmasını ve bundan doğabilecek anlatım bozukluklarını engeller.
Ör: Sanırım bu işi mutlaka kabul edecektir.  Bu işi mutlaka kabul edecektir ve ya Sanırım bu işi kabul edecektir
Gönderdiğim paketi eminim bugüne kadar almış olmalısınız Gönderdiğim paketi eminim bugüne kadar aldınız veya Gönderdiğim paketi bugüne kadar almış olmalısınız.

2. Olumlu ve olumsuz durumlarda kullanılacak fillerin karıştırılmasını ve bundan doğabilecek anlatım bozukluklarını engeller: ( Olumlu durumlar için: sağladı, vesile oldu, sağladı; olumsuz durumlar için ise: neden oldu, sebep oldu, yol açtı vb. fiiller kullanılır.
Ör: Bana yardım ederek kısa sürede işi bitirmeme sebep oldu.  Bana yardım ederek işi kısa sürede bitirmemi sağladı
Laf taşıyarak aralarının bozulmasına katkıda bulundu.  Laf taşıyarak aralarının bozulmasına sebep oldu.

3. Cümlenin kurumundaki mantık hatalarını ve bundan kaynaklanan anlatım bozukluklarını engeller.
Ör: Sigara içmeye devam ederseniz ölürsünüz hatta kanser bile olursunuz.  Sigara içmeye devam ederseniz kanser olursunuz hatta ölürsünüz.
Bırakın düşmeden yürümeyi koşamaz bile o.==> Bırakın koşmayı düşmeden yürüyemez bile o.

4. Yakın sesli ve ya yakın anlamlı kelimelerin anlamlarının birbiriyle karıştırılmasını ve bundan doğacak anlatım bozukluklarını engeller.
Ör: Başvurduğu işyerinden son öğretim durumunu gösterir belge istediler.  Başvurduğu işyerinden son öğrenim durumunu gösterir belge istediler
Yunus’un saçları büyümüş.  Yunus’un saçları uzamış

5. Deyimlerin yanlış kullanılmasını ve bundan kaynaklanacak anlatım bozukluklarını engeller.
Ör: O kadar sinirliydi ki yüzünden dökülen bin parçaydı.  O kadar sinirliydi ki yüzünden düşen bin parçaydı
Çocuk, arkadaşlarının dediklerine kulak astığı için bu duruma düştü.==> Çocuk arkadaşlarının dediklerine kulak asmadığı için bu duruma düştü.

Adam hâkimin odasının önünden geçerken içeriye göz gezdirdi.==> Adam hakimin odasının önünden geçerken içeriye göz attı.

sempozyum-açık oturum- panel

BİLGİ ŞÖLENİ:Bir konunun çeşitli yönleri üzerinde, aynı oturumda, konunun uzmanı değişik kimseler tarafından (çoğunlukla akademik konularda) yapılan seri konuşmalara bilgi şöleni (sempozyum) denir.
Bilgi şöleni, diğer konuşma türlerine göre daha ilmî ve ciddî bir sohbet havası içinde geçer. Konuşmacılar, konuyu kendi ilgi alanları açısından ele alırlar. Meselâ, Yunus Emre konulu bir bilgi şöleninde konuşmacılardan biri onun yaşadığı dönemdeki siyasî gelişmeleri ele alırken bir başkası Yunus Emre’nin şiirlerindeki insan sevgisinden bahsedebilir.
Bilgi şöleninden amaç, konuyu tartışmak değil, uzmanları tarafından olumlu ve olumsuz yönleriyle değerlendirilen konuya bir çözüm üretmektir. Konuşmaların sonunda oturum başkanı, konuyu özetler ve çıkan sonucu dinleyicilere aktarır.
Bilgi şölenini, oturum başkanı yönetir. Konuşmacı üyelerin sayısı üç ile altı arasında değişebilir. Üyelerin konuşma süreleri genellikle beş dakikadan az, yirmi dakikadan çok olmaz. Bilgi şöleni, konunun önemine ve uzunluğuna göre oturumlar hâlinde, ayrı salonlarda birkaç gün boyunca da sürebilir. Bu nitelikteki konuşmalar genellikle akademik konularda olur.

AÇIK OTURUM:Geniş halk kitlelerini ilgilendiren bir konunun, uzmanlarınca bir başkan yönetiminde dinleyici grubu önünde tartışıldığı konuşmalara açık oturum denir. Açık oturum, büyük bir salonda dinleyiciler önünde yapılabileceği gibi stüdyoya davet edilen dinleyiciler önünde veya dinleyici grubu olmadan da radyoda ya da televizyonda yapılabilir.
Konuşmacı sayısının üç veya beş kişi olarak tespit edildiği açık oturumlarda başkan önce konuyu açıklar, sonra konuşmacıları tanıtır ve sırayla söz verir. Başkanın konu hakkında bilgi sahibi olması gerekir. Başkan, sırasıyla ve dönüşümlü olarak konuşmacılara sorular yöneltir, gerektiğinde kısa bir değerlendirme yapar. Tartışma boyunca tarafsız olmak, konuşmacılara verilen süreyi dengeli bir şekilde ayarlamak, tartışma kurallarının dışına çıkılmasını engellemek başkanın görevleri arasındadır.
Açık oturumun süresi konuya göre ayarlanmalıdır.

PANEL:Toplumu ilgilendiren bir konunun dinleyiciler önünde, sohbet havası içinde, uzmanları tarafından tartışıldığı konuşmalara panel denir. Açık oturum ile panel özellikleri yönüyle birbirlerine çok benzerler. Hatta bazı kitaplarda panel ile açık oturum aynı konuşma türü olarak verilir. Arada sadece üslûp farkı vardır.
Panelden amaç bir konuda karara varmaktan ziyade sorunu çeşitli yönleriyle aydınlatmak, farklı görüşleri, farklı anlayışları ortaya koymaktır.
Panelde de bir başkan bulunur. Konuşmacı sayısı 3 ile 6 arasında değişebilir. Konuşmacılar, uzmanı oldukları konunun ayrı birer yönünü ele alırlar. Konuşmalar, açık oturumda olduğu gibi başkanın verdiği sıraya ve süreye göre yapılır.
Panelin sonunda, dinleyiciler panel üyelerine soru sorabilirler. Tartışma dinleyicilere de geçerse o zaman tartışma, forum şekline dönüşür.

münazara

MÜNAZARA:Birer cümle hâlinde ifade edilen bir tezle antitezin, iki grup arasında bir hakem heyeti -jüri- huzurunda tartışıldığı konuşmalara münazara denir. Tartışmalarda yarışma kaygısı olmadığı hâlde, münazaralar birer fikir ve söz yarışmasıdır.
Tartışmalar için geçerli olan kurallar münazaralar için de geçerlidir.
Bir başkan yönetiminde, jüri önünde yapılan münazarada gruplardaki konuşmacı sayısı bir ile dört arasında değişebilir. Her grup kendi grup sözcüsünü (veya başkanını) önceden belirler. Münazaranın uygulanış şekilleri arasında küçük farklılıklar olmakla birlikte grup sözcüleri sırasıyla gruptaki arkadaşlarını tanıtırlar ve konuyu hangi yönlerden ele alacaklarını belirtirler. Daha sonra grup üyeleri konuşmalarını yaparlar. Son olarak sözcüler savunmalarını yaparak münazarayı bitirirler. Jüri, konuşmacıların hazırlıklarını, savunmalarını ve konuşmadaki başarılarını göz önünde bulundurarak bir değerlendirme yapar ve galip tarafı ilân eder

tartışma

TARTIŞMA:Bir grubu (veya çoğunluğu) ilgilendiren, daha önceden belirlenen bir konu hakkında farklı düşünceleri olan kişilerin konuyla ilgili görüşlerini açıklamak, konuyu (veya sorunu) çözmek, muhatabın zayıf yönlerini aramak amacıyla bir araya gelerek yaptıkları karşılıklı konuşmaya tartışma denir.
Tartışma konusu; üzerinde konuşmaya ve araştırma yapmaya değer nitelikte olmalı, kanıtlanmış konular üzerinde ısrar edilmemeli, normal bir ses tonuyla konuşulmalı, saygılı olunmalı, dedikodu etmekten, bağırıp çağırmaktan, konu dışına çıkmaktan ve konuşanın sözünü kesmekten kaçınılmalıdır.
Tartışmadan beklenen; gerçeği aramak, gerçeğin aydınlattığı hareket yolunu seçmektir. Söz cambazlıklarının, körü körüne direnmelerin, içten pazarlıklı propagandaların, duygusal çıkmazların gerçekleri kararttığı bir yerde tartışmadan beklenen faydalar derlenemez.
...Sakin konuşan, soğukkanlılıkla cevap veren, söylenecek sözü olmadığı zaman susmasını bilen, konuşurken kendine güvenç duyan bir kimse her çeşit konuşmada başarı gösterir. 1]
Tartışmaları bir başkan yönetir. Tartışmada başkanın görevlerini hatırlayarak başkana yardımcı olmakla bir anlamda tartışmanın kurallarına da uyulmuş olunur.

Tartışmalarda başkanın görevleri
1. Konuyu özellikleri ve sınırlarıyla dinleyicilere belirtmek.
2. Konuşmacıları dinleyicilere tanıtmak.
3. Tartışmayı başlatmak.
4. Konuşmacıların konu dışına çıkmalarını engellemek.
5. Herkese eşit konuşma süresi vermek.
6. Konuşmacılara yerine göre sorular yöneltmek.
7. Tarafsız olmak.
8. Tartışma kurallarına uymayanları uyarmak.
9. Kısa özetler yaparak konuyu toparlamak.
10. Tartışmanın sonucunu açıklamak.

Bir dinleyici grubu önünde yapılan münazara, açık oturum, panel, forum ve bilgi şöleni toplu tartışma çeşitlerindendir.

konferans

KONFERANS:Alanında uzman birinin bir konu hakkında, duygu ve düşüncelerini açıklamak, öğretmek amacıyla yaptığı hazırlıklı konuşmaya konferans denir. Konferansçı istediği konuyu anlatabilir. Konferanslar daha çok bilimsel konularda verilmekle birlikte güncel konularda da verilebilir. Konferansta amaç dinleyenleri coşturmak veya onlara bir fikir aşılamak değil, dinleyicileri belli bir konuda bilgilendirmektir.Konferansta anlaşılması güç cümleler kurulmamalı, teknik kelimelere çok yer verilmemeli, kitabî bir üslûpla konuşulmamalı; tekdüzelikten sakınılmalıdır. Bolca verilen örnekler dinleyenlerin hayatından alınmalı, ses çok iyi kontrol edilerek yerine göre vurgu ve tonlamalar yapılmalı, mümkün olduğu kadar konuşma diline yaklaşılmalıdır.
Konferans şöyle bir plânla sunulabilir:
1. Seslenme
2. Konferansın amacı
3. Konunun kısaca özeti
4. Sorulabilecek soruların cevapları
5. Sonuca götüren açıklamalar
6. Sonuç

MÜLÂKAT (GÖRÜŞME):Kendi alanının uzmanı ünlü kişileri etraflıca tanıtmak veya toplumu ilgilendiren önemli bir konuyu aydınlatmak üzere uzmanlarla (veya ünlülerle) yapılan görüşmelerin aktarıldığı gazete yazılarına mülâkat (görüşme) denir. Bu yönüyle mülâkat, yazılı kompozisyon türlerindendir. Ancak günümüzde gazetelerden çok radyo ve televizyonlarda (çoğunlukla da canlı olarak) yapılan mülâkatlar ilgi çekmektedir.
Mülâkatlar genellikle şu plâna göre hazırlanır (veya yapılır): Görüşülecek kişiyle mülâkat için yer ve zaman belirlenir. Mülâkatı yapacak kişi konuşacağı konuyla ilgili olarak iyi bir hazırlık yapar. Bu arada muhatabına soracağı soruları yazar ve bunları bir sıraya kor. Görüşmeye başlamadan önce kendisini tanıtır, muhatabı üzerinde iyi bir etki bırakmak için önceden hazırladığı giriş konuşmasını yapar. Konuyu kısaca özetleyerek sorularını sormaya başlar. Bu sorular okuyucuların veya dinleyicilerin merak ettiği, o güne kadar bilinmeyen yönlere ait ve ilginç olur. Usulüne uygun sorularla öğrenilmek istenilenler, mülâkat yapılan kişiyi zor durumda bırakmadan ustalıkla alınır. Görüşme tamamlandıktan sonra önceden hazırlanan güzel ve etkili sözler söylenir.
Günümüzde mülâkatlar stüdyoda veya başka mekânlarda kameralar (veya mikrofonlar) önünde yapıldığı için bu türdeki görüşmeler gazetelerde veya dergilerde genellikle yer almaz. İstenirse bu görüşmeyi yazıya aynen aktarmak da mümkündür. Bu durumda görüşülen kişi ve yer tanıtılır, konu belirtilir, sorulan sorular ve alınan cevaplar yazılır. Mülâkat metninin soru cevap şeklinde düzenlenmesi de mümkündür.
Mülâkatta kararlaştırılan konunun dışına çıkılmaz, özel görüş ve yorumlara yer verilmez, ayrıntıya girilmez. Dilin açık ve sade olmasına özen gösterilir.
Görüşme (mülâkat) bir işe alınacak kişiler arasından seçim yapmak amacıyla da yapılabilir. Böyle bir görüşmede başarılı olmak için aşağıdakilerin bilinmesinde yarar vardır:
1. Mülâkat için yer ve zaman belirtilmemişse mutlaka randevu alınır ve görüşmeye vaktinde gidilir.
2. İyi bir kıyafetin en iyi tavsiye mektubu olduğu unutulmaz. Aşırılıktan kaçmak kaydıyla görüşmeden önce kılık kıyafet düzeltilmelidir. Komisyonun mülâkat yapılacak kimse hakkında ilk izlenimlerinin kılık kıyafetle ilgili olacağı bilinmelidir.
3. İçeri girdikten sonra komisyon, selâmlanmalı, kişi kendini tanıtmalı ve soruları cevaplamaya hazır olduğunu belirtmelidir.
Mülâkat sözlü sınav olmadığı için cevaplanamayacak bir soru sorulmayacaktır. Bu sebeple rahat olunmalı ve kişi kendine güvenmelidir. Komisyon üyelerinin aday hakkında “kılığıyla kıyafetiyle, saygısıyla, güveniyle, işe ilgisiyle, konuşmasıyla, görgüsüyle bizim istediğimiz niteliklere sahip bir personel adayı” şeklinde düşünmeleri sağlanmalıdır.
4. Sorular dikkatle dinlenmeli ve sadece sorulanlar cevaplanmalı, söz gereksiz yere uzatılmamalıdır. Bu arada tuzak sorular sorulabileceği de hesaba katılarak temkinli konuşulmalıdır.
Konuşma kurallarına mümkün olduğu kadar uyulmaya çalışır. Çünkü komisyon üyeleri adayı konuştururken konuşmada açıklık, anlatım ve ikna, anlama ve idrak kabiliyeti, zihnî kıvraklık, kendine güven ve tolerans gibi ölçütlerle değerlendirme yapacaklardır.
5. Görüşme tamamlandıktan sonra teşekkür edilir ve iyi dileklerle oradan çıkılır.

anı ve özellikleri

A N I ( HATIRA ) T Ü R Ü

Bir kimsenin, özellikle tanınmış kişilerin yaşadıkları dönemde gördükleri ya da yaşadıkları ilginç olayları gözlemlerine ve bilgilerine dayanarak anlattıkları yazı türüdür.
Tanınmış sanatçı, siyasetçi, ve bilim adamlarının yazdığı anılar onların yaşayışlarını, yaşadıkları dönemdeki önemli olayları anlatması bakımından önemlidir.
Özellikleri :
1 – Yaşanmakta olanı değil, yaşanmış bir konuyu anlatır.
2 – İnsan belleğinde iz bırakan olay ve olguları anlatır
3 - Tarihsel gerçeklerin öğrenilmesine katkı yaptığı için tarihçilere ışık tutar.
4 – Tanınmış, bilim, sanat ve politika adamlarının yaşamlarını çalışma ve araştırmalarını anlatır.
5 – Yazarın unutulmasını istemediği gerçekleri kalıcı kılar.
6 – Geçmiş birinci kişinin ağzından kişisel yargılar ve yorumlarla verilir.

TARİHSEL GELİŞİMİ
Batıda en çok yaygın bir tür olup ilk örneğini eski Yunan sanatçısı Ksenophon’un “Anabasis” adlı eseriyle vermiştir. Alman filozofu Eflatun’un birçok eseri bu türdendir
18. yüzyılda J. J. Rouseau’nun “ İtiraflar” Goldoni’nin “İyilik Sever Somurtkan”, Goethe’nin “Şiir ve Gerçek Andre Gide’nin “Jurnaller “bu alanda önemli eserlerdir.
19. yüzyılda Fransız edebiyatında :Victor Hugo’nun”Gördüklerim”, Stendhal’ın “Bencillik Anılar, Verlaine’nin “ İtiraflar Rus yazar Tolstoy’un İtirafım” 20. yüzyılda dünyanın her ülkesinde çok sayıda edebiyatçı bu türde eserler vermeye devam etmektedir.
Bizde, 7. yüzyıla ait “Göktürk Yazıtları” bu türün ilk örneği sayılmaktadır. 16. yüzyılda Hindistan’da bir imparatorluk kurmuş olan Babür Şah’ın yazdığı “Babürname” , 17. yüzyılda Ebul Gazi Bahadır Han’ın yazdığı “Şecere-i Türk” , Katip Çelebi ve Naima’nın bir çok eseri bu türün örneklerindendir.
Eski edebiyatta anı özelliği taşıyan “Vakainameler, Gazavatnameler, sefaretnameler bu türün örnekleri sayılmaktadır
Edebi tür anlamında anı ise bizde Tanzimat döneminde başlamıştır. Önceleri Ebuzziya Tevfik ve Ali Suavi çıkardıkları gazetelerde anılarını yayınlarlar Daha sonra
Akif Paşa’nın “Tabsıra”
Namık Kemal’in “Magosa Mektupları” ,
Ziya Paşa’nın “Defter-i Amel”
Ahmet Mithat Efendi’nin “Menfa”
Muallim Naci’nin “Ömer’in Çocukluğu”
Servet-i Fünun Döneminde;
Ahmet Rasim’in “Eşkal-i Zaman”, “Falaka” “ Muharrir “,”Şair “
Halit Ziya’nın “Kırk Yıl”, Saray ve Ötesi
H.Cahit Yalçın’ın : “ Edebi Hatıralar”.
Son Dönem Edebiyatında
Yakup Kadri: “Zoraki Diplomat, Vatan Yolunda , Gençlik ve Edebiyat Hatıraların”
Ruşen Eşref Ünaydın : “ Atatürk’ü Özleyiş”
Falih Rıfkı Atay : “Çankaya”
Halide Edip . “Türk’ün Ateşle İmtihanı”
Yahya Kemal: “ Çocukluğum, Gençliğim, Siyasi ve Edebi Hatıralarım “
Yusuf Ziya Ortaç “ Portreler,” Bizim Yokuş”
Ahmet Hamdi Tanpınar . “ Kerkük Anıları”
Samet Ağaoğlu: “ Babamın Arkadaşları”
Salah Birsel : “Ah Beyoğlu Vah Beyoğlu”
Halikarnas Balıkçısı : “ Mavi Sürgün”
Oktay Rıfat . “Şair Dostlarım”

Ayrıca, son dönemde, Celal Bayar, İsmet İnönü, Kazım Karabekir ve Rauf Orbay gibi siyasi kişilerin yazdıkları anılar, yakın tarihimizi aydınlatması bakımından önemli eserlerdir.

ANI İLE GÜNLÜĞÜN BENZER VE FARKLI YANLARI
1 – Anı da günlük gibi bir kişinin başından geçen gerçek yaşantılardan kaynaklanan yazı türüdür
.2- Günlük yaşanırken anı ise yaşandıktan sonra yazılır
3 - Anılar, yazarların yaşlılık çağlarında yazdıkları ve yaşamları boyunca karşılaştıkları olayları nesnel bir şekilde ortaya koyan yazılardır Günlükler ise daha öznel, derin, içten ve ruhun derinliklerinden kopup gelen Anlık duygu ve düşünceler hakimdir.
4 - Anı yazılarının anlatım açısından kurgusal niteliklere sahip olduğunu da söyleyebiliriz Günlükler ise kurgudan uzak yoğun düşüncelerin toplamıdır.

Anı (Hatıra)
Toplumların sosyal hayatlarında anı anlatmak (hatıra nakletmek) önemli bir gelenektir. Özellikle yaşlı insanlar kendilerinden daha genç kimselere daha önce görüp geçirdiklerini, yaşadıkları ilginç olayları naklederler. Türkiye'de Kurtuluş Savaşına katılmış hemen hemen her asker, çocuklarına ve torunlarına savaş anılarını uzun uzun anlatmışlardır. İnsanların hayatlarında önemli bir yer tutan, iz bırakan olaylar kolay kolay unutulmaz ve gerek sözle gerek yazıyla bunlar nesilden nesle aktarılır. Dolayısıyla anılar, milleti, yüzyıllar boyu bir devam zinciri içinde, millî birlik halinde tutan, toplumu nesilden nesle bağlayan bir kültür unsurudur. Tarih, önemli ölçüde anılara dayalı olarak kurulur. Edebî bir tür olarak anı, bir kişinin aklının erdiğinden itibaren görüp yaşadığı, kendisi ve toplum için önemli gördüğü olayları ve durumları belli bir sistem içinde yazıya döktüğü, genellikle otobiyografik metinlere denir.
Otobiyografi, kişinin yalnızca kendisiyle ilgili bilgileri verirken, anı, hem bireysel hem de toplumsal anlamda pek geniş bir alanı içerir. Günlük tutan yazar, sıcağı sıcağına günün olay, yaşantı ve düşüncelerini aktarırken, anı yazarı, tarih olmuş eski zamanların olaylarını hafızaya ya da belgelere dayalı olarak ortaya koyar. Bu bakımdan anı metinleri, yalnızca hatırlanabilen, unutulmayan, kaydedilebilen olayları içerdiği için tarihi aynen yansıtmaktan uzaktır. Yaşanmışı unutulmayan izler halinde verebilir.
Anıların yazılış sistemi genellikle kronolojiktir. Yazar, yaşayıp gördüklerini belli bir tarih sırası içinde verir.
Ama kimi yazarlar kronolojiyi gözetmeden aklına geldiği gibi rast gele yazarlar. Bazı anılarsa, roman üslûbuyla yazılırlar. Bu durumda yazar da anı-romanın bir kahramanı konumundadır. Bazı anı kitapları toplum içinde belli özellikleriyle kendini göstermiş kişilerin portrelerinden oluşmaktadır. Yazar, görüp tanıdığı önemli kişilerin, siyasî, edebî, kültürel kişiliklerini, kişisel özelliklerini ve başka yönlerini tasvirî ve çözümleyici bir üslûpla anlatır. Bu tür anı kitaplarına Halit Fahri Ozansoy'un Edebiyatçılarımız Geçiyor(1939), Yahya Kemal Beyatlı'nın Siyasî ve Edebî Portreler (1968) adlı eserleri örnek olarak gösterilebilir.
Yusuf Ziya Ortaç Portreler (1960) adlı kitabında yirmi dört şair ve yazarın fiziksel ve ruhsal portrelerini, sanatları ve eserleri ile ilgili düşüncelerini, kendileriyle yaptığı görüşmeleri, onların kendi üzerinde bıraktığı izlenimleri kaleme almıştır.
Hakkı Süha Sezgin'in 101 kişiden oluşan Edebî Portreler'i de Beşir Ayvazoğlu tarafından alfabetik bir düzen içinde yayımlanmıştır (İstanbul 1997). Vecihi Timuroğlu 'nun Yazınımızdan Portreler (Ankara 1991) adlı eseri 26 kişiden oluşmaktadır. Beşir Ayvazoğlu da "Osmanlının Yadigârları", "Yeni Devir Yeni Yüzler", "46 Sonrası" ve "Onlar da Bizden" adlı 4 bölümde topladığı 40 kişinin portresini Defterimde 40 Suret(İstanbul 1996) adıyla yayımlamıştır.
Türk Edebiyatında şuara tezkireleri, menakıpname, siyer, vekayi'name, gazavatname,
fetihname, sefaretname gibi eserler bilinen anlamıyla birer anı eseri olmasalar da bu türe özgü bazı unsurları barındırmaktadırlar. Babür Şah (1488-1530) 'ın Vakâyi (Babürname), Timur'un Tüzükât, Ebulgazi Bahardır Han'ın Şecere-i Türk adıyla
bizzat yazdıkları eserleri bir anlamda anı eserleridir. Hümayunname (Farsçadan
çeviren: Abdürrab Yelgar,1944), Hümayun'un kızkardeşi Gülbeden'in kaleminden
çıkmıştır. Yine Hümayun ile ilgili anıları ibrikçisi Cevher Tezkiretü'l-Vâkıat adıyla
kaleme almıştır.
Kanunî Sultan Süleyman'ın sadrazamı ve eniştesi Damat Lutfî Paşanın anıları Asafname adıyla Hayat Tarih Mecmuası (S.2, Mart 1968) 'nda yayımlanmıştır. Kadı Macuncuzade Mustafa Efendi (1597) adında Kıbrıs'a tayin edilen bir kadı, Kıbrıs'a yakın bir yerde Malta korsanları tarafından esir edilmesini ve başından geçenleri, türlü anılarını Sergüzeşt-i Esirî-i Malta (1597) adlı eserinde anlatır. Tameşvarlı Osman Ağa da 1788'de Kara Mustafa Paşa'nın Viyana kuşatması sırasında düştüğü esaret anılarını kaleme alır (M.Şevki Yazman, Viyana Muhasarasından Sonra Avusturyalılara Esir Düşen Osman Ağa'nın Hatıraları (1961). XVI. yüzyılda şair Zaifî, anılarını Sergüzeşt-i Zaifî adlı mesnevîsinde kaydetmiştir.
Bu yüzyılda ayrıca Barbaros Hayreddin Paşa'nın anıları, Seyyid Muradî Reis tarafından Gazavât-ı Hayreddin Paşa (Barbaros Hayreddin Paşa'nın Hatıraları, 1995) adıyla kaleme alınmıştır.
XVII. yüzyılda Kâtip Çelebi, Mîzânü'l-Hak, Süllemü'l-Vüsûl, Fezleke, Cihannümâ, Keşfü'z-Zünûn gibi eserlerinde; Evliya Çelebi de Seyahatname'sinde bazı anılarını aktarmışlardır.
Yukarıda verdiğimiz örnekler tarzında pek çok eser, anı türüyle ilişkilendirilebilecek niteliktedir. Burada siyasî ve edebî mahiyetteki anı eserlerin başlıcaları örnek olsun diye düzenlenmiştir. Bunlar kesin sınırlandırmalar değildir. Bir siyasî anı kitabında edebî anılar da olabilmektedir.
a. Siyasî ve Askerî İçerikli Anılar
Tanzimat döneminden itibaren anı yazma geleneği devlet yönetiminde bulunmuş önemli kişiler arasında da yaygınlaştı. Siyasî ve askerî olayların ağırlıklı olarak işlendiği bu tür anı eserlerinde daha çok siyasî çekişmeler, tarafların birbirilerini suçlamaları, görevden alınanların, sürgüne gönderilenlerin kırgınlıkları, sızlanmaları, suçlanan kişilerin kendilerini savunmaları, devlet yönetiminin nasıl işlediği ya da işlemediği; devlete, millete yapılan ihanetler gibi konulara yer verilmiştir. Belli başlı siyasî ve askerî nitelikli anılara şu örnekler verilebilir: Reşid Paşa'nın Hatıraları (1939); Midhat Paşa, Hayat-ı Siyasiyye, Hidematı, Menfa Hayatı (1907); Ahmet Cevdet Paşa, Tezakir-i Cevdet (1853-1887), Maruzat (1890); Ali Kemal, Yıldız Hatırat-ı Elimesi (1910); İsmail Müştak Mayakon, Yıldız'da Neler Gördüm (1940); Falih Rıfkı Atay, Barış Yılları (1963), Ateş ve Güneş, Zeytindağı; Rıza Tevfik, Ben de Konuşayım (1993); Hüseyin Cahit Yalçın, Siyasal Anılar (1976), Refik Halit Karay, Minelbab İlelmihrab (1964); Ali Fuat Cebesoy, Millî Mücadele Hatıraları (1953); Afet İnan, Atatürk'ten Hatıralar (1950); Celal Bayar, Atatürk'ten Hatıralar (1955); Halide Edip Adıvar, Türkün Ateşle İmtihanı (1975).
b. Edebî Muhtevalı Anılar
Tanzimat döneminden itibaren edebiyat alanında varlık gösteren pek çok sanatçı ve yazar, özellikle olgunluk yaşlarında yazdıkları anılarında edebiyata nasıl başladıkları, içinde yer aldıkları edebî topluluk ya da çevreleriyle olan ilişkileri, mücadeleleri, dönemlerinin siyasî, sosyal, edebî, kültürel görünümüne ilişkin düşünce, gözlem ve izlenimleri, eserleriyle ilgili açıklamaları gibi daha çok edebiyat tarihçilerinin ve edebiyatçıların biyografilerini merak edenlerin işine yarayabilecek zengin bir malzeme bırakmışlardır. Edebiyata ilişkin özellikleri ağır basan bu anıların başlıcaları şunlardır: Ebuzziya Tevfik, Nümûne-i Edebiyyat-ı Osmâniyye (1876); Yakup Kadri, Anamın Kitabı (1957), Gençlik ve Edebiyat Hatıraları (1969); Halit Ziya Uşaklıgil, Kırk Yıl (1936), Saray ve Ötesi (1942); Ahmet İhsan Tokgöz, Matbuat Hatıraları (1930); Hüseyin Cahit Yalçın, Edebî Hatıralar (1935); Yahya Kemal Beyatlı, Çocukluğum, Gençliğim, Siyasî ve Edebî Hatıralarım (1973), Siyasî ve Edebî Portreler (1968). Bunlardan başka hariciye ve elçilik, cezaevi -avukat, tiyatro, basın, eğitim ve öğretmenlik, din, tarikat konularıyla ilgili anılar da yazılmıştır.
Türk Edebiyatı'nda Anı Türü
(Tarihi Gelişimi ve Temsilcileri)
'Anı'nın eski karşılığı 'hatıra'dır. Edebî bir tür olarak anı, bir kişinin aklının erdiği dönemden itibaren görüp yaşadığı, kendisi ve toplum için önemli gördüğü olayları ve durumları belli bir sistem içinde yazıya döktüğü, genellikle, otobiyografik metinlere denir. Otobiyografi, kişinin yalnızca kendisiyle ilgili bilgileri verirken anı, hem bireysel hem de sosyal anlamda bilgi içerir. Günlük tutan yazar, sıcağı sıcağına o günün olay, yaşantı ve düşüncelerini aktarırken; anı yazarı, tarih olmuş eski zamanların olaylarını belleğe ya da belgelere dayalı olarak ortaya koyar. Bu bakımdan anı metinleri yalnızca hatırlanabilen, unutulmayan, kaydedilebilen olayları içerdiği için tarihi aynen aksettirmekten uzaktır, büsbütün objektif olması beklenemez. Toplumların sosyal hayatlarında anı aktarmak önemli bir gelenektir. Özellikle yaşlı insanlar kendilerinden daha genç kimselere daha önce görüp geçirdiklerini, yaşadıkları ilginç olayları anlatırlar.
Anı yazma geleneği, Tanzimat döneminde, kimi devlet adamlarında batıdaki meslektaşlarına olan özentiden başlamış ve giderek günümüze kadar gelmiştir.
Tanzimat öncesindeki şuara tezkireleri, menakıpname, siyer, vekayi'name, gazavatname, fetihname, sefaretname gibi eserler bilinen anlamıyla birer anı eseri olmasalar da bu türe özgü özellikleri taşırlar.
Anılar konuları itibariyle genellikle siyasî ve edebî olmak üzere iki kategoride değerlendirilmektedir. Bunlar kesin sınırlandırmalar değildir. Bir siyasî anı kitabında edebî anılar da olabilmektedir. Kimi anı kitapları da toplum içinde belli özellikleriyle seçilmiş kişilerin portrelerinden oluşmaktadır. Halit Fahri Ozansoy Edebiyatçılarımız Geçiyor (1939), Yahya Kemal Beyatlı Siyasî ve Edebî Portreler (1968); Yusuf Ziya Ortaç Portreler (1960); Hakkı Süha Sezgin Edebî Portreler'i (İstanbul 1997); Beşir Ayvazoğlu Defterimde 40 Suret (İstanbul 1996)... gibi.
5.1. Siyasî ve Askerî Konulu Anılar
Tanzimat'tan sonra anı yazma geleneği devlet yönetiminde bulunmuş önemli kişiler arasında da yaygınlaştı.
5.1.1. Askerî Konulu Anılar
Afet İnan Atatürk'ten Hatıralar (1950), Atatürk Hakkında Hatıralar ve Belgeler (1959); Falih Rıfkı Atay Atatürk'ün Bana Anlattıkları (1955), Atatürk'ün Hatıraları (1965), Çankaya (1969); Celal Bayar, Şevket Süreyya Aydemir Suyu Arayan Adam (1959); İsmet Kür Anılarıyla Atatürk (1965); Ali Fuat Cebesoy Sınıf Arkadaşım Atatürk (1997); Hilmi Yücebaş Atatürk'ün Nükteleri Fıkraları Hatıraları (1963); Ahmet Cevat Emre İki Neslin Tarihi (1960); Nadir Nadi Perde Aralığında (1965); Erdal Öz Deniş Gezmiş Anlatıyor (1976); Safa Güner Köy Enstitüleri Hatıraları (1963); Yakup Kadri Karaosmanoğlu Zoraki Diplomat (1955). Politika'da 45 Yıl (1968); Samet Ağaoğlu Strazburg Hatıraları (1933), Babamdan Hatıralar (1939), Aşina Yüzler (1965)... Ahmet Ağaoğlu Serbest Fırka Hatıraları (2. baskı, 1969); Erdal İnönü Anılar ve Düşünceler; Rauf Denktaş Rauf Denktaş'ın Hatıraları (4 cilt, 1996); Emre Kongar Ben Müsteşarken (1996); Gülsün Bilgehan Mevhibe İnönü'nün Anıları, Milliyet, 08.03.1998...
5.1.2. Hariciye ve Elçilik Anıları
Ülkemizi yurt dışında temsil eden, yurt dışı görevlerinde bulunan bazı kişiler oradaki kimi ilginç gözlem ve izlenimlerini yazıya dökmüşlerdir. Ali Fuat Cebesoy Moskova Hatıraları (1955); Feridun Cemal Erkin Dışişlerinde 34 Yıl (1980); Zeki Kuneralp Sadece Diplomat (1982)...
5.1.3. Cezaevi ve Avukat Anıları
Ülkemizde belli dönemlerde özellikle aydınlar, sanatçılar, edebiyatçılar ve politikacılar zaman zaman tutuklanmışlardır. Onlar hapishanede yaşadıklarını, yargılanmaları s ırasında başlarından geçenleri, çektikleri sıkıntıları ve bu tür kişilerin davalarını üstlenen avukatlar gözlem ve izlenimlerini anı biçiminde yazmışlardır: Necip Fazıl Kısakürek Cinnet Mustatili (1955), Yılanlı Kuyudan (1970); Bediî Faik Hapishane Notları (1958); Halikarnas Balıkçısı Mavi Sürgün (1971); Aziz Nesin Bir Sürgünün Anıları (1971); Nazlı Ilıcak Allah Kurtarsın (1987); Zeynep Oral Bir Ses (1987); Sevgi Soysal Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu (1976)...
5.2. Edebiyat ve Sanat Konulu Anılar
Tanzimat döneminden sonra pek çok sanatçı ve yazar, özellikle olgunluk yaşlarında siyasî, sosyal, edebî, kültürel alanlardaki düşünce, gözlem ve izlenimlerini, eserleriyle ilgili açıklamaları yazmışlardır.
5.2.1. Edebiyat Konulu Anılar
Refik Halit Karay İstanbul'un İç Yüzü (1920), Üç Nesil Üç Hayat (1943); Ercüment Ekrem Talu Dünden Hatıralar (1945); Nihat Sami Banarlı Yahya Kemal Yaşarken (1959), Hilmi Yücebaş Yedi Şairden Hatıralar (1960); Yusuf Ziya Ortaç Portreler (1960); Oktay Akbal Şair Dostlarım (1964); Zekeriya Sertel Mavi Gözlü Dev (1968), Nazım Hikmet'in Son Yılları (1979); Orhan Kemal Nazım Hikmet'le Üç buçuk Yıl (1965); Mehmet Seyda Edebiyat Dostları (1970), Çocukluk Yılları (1980); Mehmet Başaran Yasaklı (1987); Mehmet Kemal Acılı Kuşak (1968); Demir Özlü Sürgünde 10 Yıl; Ömer Faruk Toprak Duman ve Alev (1969); Sabiha Sertel Roman Gibi (1969); Aziz Nesin Bir Sürgünün Anıları (1971), Poliste (1967)...
Halide Nusret Zorlutuna Bir Devrin Romanı (1978); Meral Tolluoğlu Babam Nurullah Ataç (1980); Talip Apaydın Bozkırda Günler (1952), Karanlığın Kuvveti (1967), Akan Sulara Karşı (1985); Hikmet Erhan Bener Bürokratlar (197879); Muzaffer Buyrukçu Arkadaş Anılarında Orhan Kemal (1984); R ıfat Ilgaz Yokuş Yukarı (1982), Kırk Yıl Önce Kırk Yıl Sonra (1986); Hasan İzzettin Dinamo 67 Eylül Kasırgası (1971), 2. Dünya Savaşında Edebiyat Anıları (1984); Baki Süha Ediboğlu Bizim Kuşak ve Ötekiler (1968); Samim Kocagöz Bu Da Geçti Ya Hu (1992); Melih Cevdet Anday Akan Zaman Duran Zaman (1984); Ahmet Hamdi Tanpınar "Cahit Sıtkı'ya Dair Hatıralar", Edebiyat Üzerine Makaleler (1969)...

5.2.2. Tiyatro ve Tiyatro Sanatçıları İle İlgili Anılar
Kimi tiyatro yazar ve sanatçıları da meslek hayatları boyunca başlarından geçen ilginç olayları kaleme almışlardır. Hafi Kadri Alpman Ahmet Fehim Bey'in Hatıraları (1976); Vasfi Rıza Zobu O Günden Bu Güne (1977), Uzun Hikâyenin Sonu (1990); Halit Fahri Ozansoy Şehir Tiyatrosunun 50. Yılı Darülbedayi Devrinin Eski Günlerinde (1964); Haldun Dormen Sürç ü Lisan Ettikse (1977); Gülriz Sururî Kıldan İnce Kılıçtan Keskince (1978); Mücap Ofluoğlu Bir Avuç Alkış (1985)..
5.3.3. Basın Anıları
Basın çalışanlarının, yazar ve muhabirlerinin anıları vardır: Ahmet Rasim Muharrir, Şair, Edip (1926, 1980); Ahmet İhsan (Tokgöz) Matbuat Hatıralarım (19301931); Yusuf Ziya Ortaç Bizim Yokuş (1966); Necip Fazıl Kısakürek Babıali (1975); Vedat Nedim Tör Yıllar Böyle Geçti (1976)...
5.3.4. Eğitim ve Öğretmenlik Anıları
Eğitimciler ve öğretmenler, meslekleri gereği yurdun pek çok yerinde bulunarak ülke çocuklarını ve toplumu eğitme sorumluluğunu üstlenmiş kişilerdir. Dolayısıyla eğitimciler birçok sorun, kişi ve gruplarla gerektiğinde mücadele eden kişilerdir. Kimi eğitimciler önemli olaylara tanıklık etmiş olan hayatlarını kaleme almışlardır: Hıfzırrahman Raşit Öymen Mektepçiliğin Kâbesinde İntibaât ve Tahassüsat (1926); Şevket Süreyya Aydemir Toprak Uyanırsa (1963); Fikret Madaralı Ekmekli Dönemeç (1965); Enver Demir Bir Öğretmenin Defterinden 41 Yılın Hikâyesi (1968); M. Rauf İnan Bir Ömrün Öyküsü (1986); Kemal Kurdaş ODTÜ Yıllarım (1998)...
Bu sınıflamanın dışında birkaç örnek: Abdülhak Şinasi Hisar Geçmiş Zaman Köşkleri (1956), Geçmiş zaman Fıkraları (1958)... Nahit Sırrı Örik Eski Zaman Kadınları Arasında (1958); Halit Fahri Ozansoy Eski İstanbul Ramazanları (1968); Malik Aksel Resim Sergisinde Otuz Gün (1943); Samiha Ayverdi Bir Dünyadan Bir Dünyaya (1974), Hatıralarla Başbaşa (1977), Hey Gidi Günler Hey (1989); Esin Afşar Anılar Yanıltır mı? (1995); Halit Kıvanç Hadi Anlat Bakalım Anılar 1 (1998)...
Anı (Hatıra)

Bir kimsenin kendi hayatını, yaşadığı devrede şahidi olduğu veya duyduğu olayları anlattığı yazıların ortak adı.
Edebiyat sahasının en yaygın türlerinden biridir. Bu türde verilen eserlerin çok değişik sahalarda oluşu, ona belli bir sınır çizme imkânını zorlaştırır. Hatıratın en önde gelen özelliği yazarının hayatının belli bir kesitini de alması ve çok sonra yazıya dökülmesidir. içlerinde hatıra özelliği bulunabilecek seyahatname, sefaret-nâme, muhtıra, tezkire, menkıbe, günlük, mektup, otobiyografi ve tarih türleri ile karıştırılmamaları gerekir. Bu türlerin her birinin kaleme alınış gayeleri ayrıdır. Ortak özellikleri ise yaşanmış olaylar üzerine kurulmuş olmalarıdır. Ancak bu özellik, onları birbirinin yerine koyma sebebi olamaz.
Hatırat ile günlük en çok karıştırılan iki türdür. Bu iki türün en önemli ayrılığı günlüklerin yaşarken, hatıratın ise yaşandıktan sonra kaleme alınmalarıdır.
Hatıralarını anlatacak olanlar gördüklerini, duyduklarını ve bildiklerini tam bir tarafsızlıkla ortaya koymalıdırlar. Ancak hatıraların kaleme alınışında çoğu zaman yazarın tercihi öne çıkar. Çoğu hatıra yazarı anlattıklarında kendini merkez olarak alır.
Hatıralar aradan uzun zaman geçtikten sonra kaleme alındıklarından, yazarlar ancak hafızalarında kalanları yazıya dökebilirler. Bu arada yanlış hatırlanan birçok bilgi de hatıralar arasına girebilir. Hatta yazarlar, günün şartlarına göre hatıralarını değiştirebilir, onlara yeni yorumlar getirebilirler.
Hatıra yazarlarının doğru olanı dile getirebilmek kaygısı ile kaleme aldığı devrelerle ilgili çeşitli belge, mektup günlük dergi ve gazetelerden faydalanabileceği de unutulmamalıdır.
Hatıra yazarları, hatıralarını kaleme alırlarken kendi bakış açılarını daima esas alırlar. Olaylar, kişiler ve üzerinde kalem oynatılan her durum, yazarın eğilimlerine göre yeniden ifade bulur.
Aynı olaylar etrafında başka başka kişiler tarafından kaleme alınmış hatıralar karşılaştırılacak olursa, bu özellik açık bir şekilde kendisini gösterir.
Hatıralarını yazanlar bunları meydana geldikleri zamanın imkânları ile değil, olup bitenleri erişmiş oldukları yani ve tecrübeli bakış açısından dile getirirler. Bundan dolayıdır ki hatıralar hep yazıldıkları andan bakılarak kaleme alınırlar. Bu bakımdan hatıraların mutlaka gerçeği anlattığı söylenemez ve onlara sağlam tarihî belgeler olarak bakılamaz.
Hatırat yayımlamanın çeşitli amaçları vardır, insanlar, hayat tecrübelerinin başkalarına örnek olabileceğini düşünerek, bizzat yaşanılıp görülen olaylara açıklık ve yeni boyutlar kazandırmak iddiası ile; her dalda sanatkâr, devlet adamı, asker, politikacı ve bu gibilerin biyografilerini tamamlayacak bilgiler vermek üzere-, toplumdaki değişmelerle unutulmaya yüz tutmuş hayat tarzını ve toplum değerlerini tanıtma ve yaşatma gayesi ile; tarih ve kamu oyu karşısında hesaplaşmak, bir nevi günah çıkarmak maksadıyla, gelecek kuşaklara ders vermek için; özlediği mazisine dönüp mutlu olabilmek için ve daha başka sebeplerle hatıralar kaleme alınabilir.
Her ne sebeple kaleme alınırsa alınsın hatıralarda dürüstlük, samimiyet ve sorumluluk duygusu ön planda tutulmalıdır.
Tarihe, topluma, sanata şekil ya yön vermiş kimselerin hayatı daima insanların ilgisini çekmiştir. Hatıralar, bu konularda ve daha başka sahalarda isim yapmış insanlar üzerinde umumî bilgilerden daha özel bilgiler verir. Bu özelliğinden dolayı hatıralara daima ilgi duyulmuştur.
Hatırat yazıları genel mânâda edebiyat sahası içinde kabul edilirler. Ancak onların edebiyat dünyası içindeki ve edebî eserler arasındaki yerini tayin eden dilleridir. Açık, anlaşılır, sade ve canlı bir dil ile yazılan hatırat kitapları olduğu gibi çeşitli söz ve mânâ sanatları ile yüklü hatırat kitapları da vardır. Hatırat türü için tercih edilen açık, sade, anlaşılır, objektif ve canlı bir üslûpla yazılmış olmalarıdır.
Türk Edebiyatı'nda Anı Türü
(Tarihi Gelişimi ve Temsilcileri)


'Anı'nın eski karşılığı 'hatıra'dır. Edebî bir tür olarak anı, bir kişinin aklının erdiği dönemden itibaren görüp yaşadığı, kendisi ve toplum için önemli gördüğü olayları ve durumları belli bir sistem içinde yazıya döktüğü, genellikle, otobiyografik metinlere denir. Otobiyografi, kişinin yalnızca kendisiyle ilgili bilgileri verirken anı, hem bireysel hem de sosyal anlamda bilgi içerir. Günlük tutan yazar, sıcağı sıcağına o günün olay, yaşantı ve düşüncelerini aktarırken; anı yazarı, tarih olmuş eski zamanların olaylarını belleğe ya da belgelere dayalı olarak ortaya koyar. Bu bakımdan anı metinleri yalnızca hatırlanabilen, unutulmayan, kaydedilebilen olayları içerdiği için tarihi aynen aksettirmekten uzaktır, büsbütün objektif olması beklenemez. Toplumların sosyal hayatlarında anı aktarmak önemli bir gelenektir. Özellikle yaşlı insanlar kendilerinden daha genç kimselere daha önce görüp geçirdiklerini, yaşadıkları ilginç olayları anlatırlar.

Anı yazma geleneği, Tanzimat döneminde, kimi devlet adamlarında batıdaki meslektaşlarına olan özentiden başlamış ve giderek günümüze kadar gelmiştir.


Tanzimat öncesindeki şuara tezkireleri, menakıpname, siyer, vekayi'name, gazavatname, fetihname, sefaretname gibi eserler bilinen anlamıyla birer anı eseri olmasalar da bu türe özgü özellikleri taşırlar.


Anılar konuları itibariyle genellikle siyasî ve edebî olmak üzere iki kategoride değerlendirilmektedir. Bunlar kesin sınırlandırmalar değildir. Bir siyasî anı kitabında edebî anılar da olabilmektedir. Kimi anı kitapları da toplum içinde belli özellikleriyle seçilmiş kişilerin portrelerinden oluşmaktadır. Halit Fahri Ozansoy Edebiyatçılarımız Geçiyor (1939), Yahya Kemal Beyatlı Siyasî ve Edebî Portreler (1968); Yusuf Ziya Ortaç Portreler (1960); Hakkı Süha Sezgin Edebî Portreler'i (İstanbul 1997); Beşir Ayvazoğlu Defterimde 40 Suret (İstanbul 1996)... gibi.


5.1. Siyasî ve Askerî Konulu Anılar
Tanzimat'tan sonra anı yazma geleneği devlet yönetiminde bulunmuş önemli kişiler arasında da yaygınlaştı.


5.1.1. Askerî Konulu Anılar
Afet İnan Atatürk'ten Hatıralar (1950), Atatürk Hakkında Hatıralar ve Belgeler (1959); Falih Rıfkı Atay Atatürk'ün Bana Anlattıkları (1955), Atatürk'ün Hatıraları (1965), Çankaya (1969); Celal Bayar, Şevket Süreyya Aydemir Suyu Arayan Adam (1959); İsmet Kür Anılarıyla Atatürk (1965); Ali Fuat Cebesoy Sınıf Arkadaşım Atatürk (1997); Hilmi Yücebaş Atatürk'ün Nükteleri Fıkraları Hatıraları (1963); Ahmet Cevat Emre İki Neslin Tarihi (1960); Nadir Nadi Perde Aralığında (1965); Erdal Öz Deniş Gezmiş Anlatıyor (1976); Safa Güner Köy Enstitüleri Hatıraları (1963); Yakup Kadri Karaosmanoğlu Zoraki Diplomat (1955). Politika'da 45 Yıl (1968); Samet Ağaoğlu Strazburg Hatıraları (1933), Babamdan Hatıralar (1939), Aşina Yüzler (1965)... Ahmet Ağaoğlu Serbest Fırka Hatıraları (2. baskı, 1969); Erdal İnönü Anılar ve Düşünceler; Rauf Denktaş Rauf Denktaş'ın Hatıraları (4 cilt, 1996); Emre Kongar Ben Müsteşarken (1996); Gülsün Bilgehan Mevhibe İnönü'nün Anıları, Milliyet, 08.03.1998...


5.1.2. Hariciye ve Elçilik Anıları
Ülkemizi yurt dışında temsil eden, yurt dışı görevlerinde bulunan bazı kişiler oradaki kimi ilginç gözlem ve izlenimlerini yazıya dökmüşlerdir. Ali Fuat Cebesoy Moskova Hatıraları (1955); Feridun Cemal Erkin Dışişlerinde 34 Yıl (1980); Zeki Kuneralp Sadece Diplomat (1982)...


5.1.3. Cezaevi ve Avukat Anıları
Ülkemizde belli dönemlerde özellikle aydınlar, sanatçılar, edebiyatçılar ve politikacılar zaman zaman tutuklanmışlardır. Onlar hapishanede yaşadıklarını, yargılanmaları s ırasında başlarından geçenleri, çektikleri sıkıntıları ve bu tür kişilerin davalarını üstlenen avukatlar gözlem ve izlenimlerini anı biçiminde yazmışlardır: Necip Fazıl Kısakürek Cinnet Mustatili (1955), Yılanlı Kuyudan (1970); Bediî Faik Hapishane Notları (1958); Halikarnas Balıkçısı Mavi Sürgün (1971); Aziz Nesin Bir Sürgünün Anıları (1971); Nazlı Ilıcak Allah Kurtarsın (1987); Zeynep Oral Bir Ses (1987); Sevgi Soysal Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu (1976)...

5.2. Edebiyat ve Sanat Konulu Anılar
Tanzimat döneminden sonra pek çok sanatçı ve yazar, özellikle olgunluk yaşlarında siyasî, sosyal, edebî, kültürel alanlardaki düşünce, gözlem ve izlenimlerini, eserleriyle ilgili açıklamaları yazmışlardır.


5.2.1. Edebiyat Konulu Anılar
Refik Halit Karay İstanbul'un İç Yüzü (1920), Üç Nesil Üç Hayat (1943); Ercüment Ekrem Talu Dünden Hatıralar (1945); Nihat Sami Banarlı Yahya Kemal Yaşarken (1959), Hilmi Yücebaş Yedi Şairden Hatıralar (1960); Yusuf Ziya Ortaç Portreler (1960); Oktay Akbal Şair Dostlarım (1964); Zekeriya Sertel Mavi Gözlü Dev (1968), Nazım Hikmet'in Son Yılları (1979); Orhan Kemal Nazım Hikmet'le Üç buçuk Yıl (1965); Mehmet Seyda Edebiyat Dostları (1970), Çocukluk Yılları (1980); Mehmet Başaran Yasaklı (1987); Mehmet Kemal Acılı Kuşak (1968); Demir Özlü Sürgünde 10 Yıl; Ömer Faruk Toprak Duman ve Alev (1969); Sabiha Sertel Roman Gibi (1969); Aziz Nesin Bir Sürgünün Anıları (1971), Poliste (1967)...


Halide Nusret Zorlutuna Bir Devrin Romanı (1978); Meral Tolluoğlu Babam Nurullah Ataç (1980); Talip Apaydın Bozkırda Günler (1952), Karanlığın Kuvveti (1967), Akan Sulara Karşı (1985); Hikmet Erhan Bener Bürokratlar (197879); Muzaffer Buyrukçu Arkadaş Anılarında Orhan Kemal (1984); R ıfat Ilgaz Yokuş Yukarı (1982), Kırk Yıl Önce Kırk Yıl Sonra (1986); Hasan İzzettin Dinamo 67 Eylül Kasırgası (1971), 2. Dünya Savaşında Edebiyat Anıları (1984); Baki Süha Ediboğlu Bizim Kuşak ve Ötekiler (1968); Samim Kocagöz Bu Da Geçti Ya Hu (1992); Melih Cevdet Anday Akan Zaman Duran Zaman (1984); Ahmet Hamdi Tanpınar "Cahit Sıtkı'ya Dair Hatıralar", Edebiyat Üzerine Makaleler (1969)...


5.2.2. Tiyatro ve Tiyatro Sanatçıları İle İlgili Anılar
Kimi tiyatro yazar ve sanatçıları da meslek hayatları boyunca başlarından geçen ilginç olayları kaleme almışlardır. Hafi Kadri Alpman Ahmet Fehim Bey'in Hatıraları (1976); Vasfi Rıza Zobu O Günden Bu Güne (1977), Uzun Hikâyenin Sonu (1990); Halit Fahri Ozansoy Şehir Tiyatrosunun 50. Yılı Darülbedayi Devrinin Eski Günlerinde (1964); Haldun Dormen Sürç ü Lisan Ettikse (1977); Gülriz Sururî Kıldan İnce Kılıçtan Keskince (1978); Mücap Ofluoğlu Bir Avuç Alkış (1985)..

.

5.3.3. Basın Anıları
Basın çalışanlarının, yazar ve muhabirlerinin anıları vardır: Ahmet Rasim Muharrir, Şair, Edip (1926, 1980); Ahmet İhsan (Tokgöz) Matbuat Hatıralarım (19301931); Yusuf Ziya Ortaç Bizim Yokuş (1966); Necip Fazıl Kısakürek Babıali (1975); Vedat Nedim Tör Yıllar Böyle Geçti (1976)...


5.3.4. Eğitim ve Öğretmenlik Anıları
Eğitimciler ve öğretmenler, meslekleri gereği yurdun pek çok yerinde bulunarak ülke çocuklarını ve toplumu eğitme sorumluluğunu üstlenmiş kişilerdir. Dolayısıyla eğitimciler birçok sorun, kişi ve gruplarla gerektiğinde mücadele eden kişilerdir. Kimi eğitimciler önemli olaylara tanıklık etmiş olan hayatlarını kaleme almışlardır: Hıfzırrahman Raşit Öymen Mektepçiliğin Kâbesinde İntibaât ve Tahassüsat (1926); Şevket Süreyya Aydemir Toprak Uyanırsa (1963); Fikret Madaralı Ekmekli Dönemeç (1965); Enver Demir Bir Öğretmenin Defterinden 41 Yılın Hikâyesi (1968); M. Rauf İnan Bir Ömrün Öyküsü (1986); Kemal Kurdaş ODTÜ Yıllarım (1998)...


Bu sınıflamanın dışında birkaç örnek: Abdülhak Şinasi Hisar Geçmiş Zaman Köşkleri (1956), Geçmiş zaman Fıkraları (1958)... Nahit Sırrı Örik Eski Zaman Kadınları Arasında (1958); Halit Fahri Ozansoy Eski İstanbul Ramazanları (1968); Malik Aksel Resim Sergisinde Otuz Gün (1943); Samiha Ayverdi Bir Dünyadan Bir Dünyaya (1974), Hatıralarla Başbaşa (1977), Hey Gidi Günler Hey (1989); Esin Afşar Anılar Yanıltır mı? (1995); Halit Kıvanç Hadi Anlat Bakalım Anılar 1 (1998)...
Anı (Hatıra)

Toplumların sosyal hayatlarında anı anlatmak (hatıra nakletmek) önemli bir gelenektir.Özellikle yaşlı insanlar kendilerinden daha genç kimselere daha önce görüp geçirdiklerini, yaşadıkları ilginç olayları naklederler. Türkiye'de Kurtuluş Savaşına katılmış hemen hemen her asker, çocuklarına ve torunlarına savaş anılarını uzunuzun anlatmışlardır. İnsanların hayatlarında önemli bir yer tutan, iz bırakan olaylar kolay kolay unutulmaz ve gerek sözle gerek yazıyla bunlar nesilden nesle aktarılır. Dolayısıyla anılar, milleti, yüzyıllar boyu bir devam zinciri içinde, millî birlik halinde tutan, toplumu nesilden nesle bağlayan bir kültür unsurudur. Tarih, önemli ölçüde

anılara dayalı olarak kurulur. Edebî bir tür olarak anı, bir kişinin aklının erdiğinden itibaren görüp yaşadığı,kendisi ve toplum için önemli gördüğü olayları ve durumları belli bir sistem içinde yazıya döktüğü, genellikle otobiyografik metinlere denir.

Otobiyografi, kişinin yalnızca kendisiyle ilgili bilgileri verirken, anı, hem bireysel hem de toplumsal anlamda pek geniş bir alanı içerir. Günlük tutan yazar, sıcağı sıcağına günün olay, yaşantı ve düşüncelerini aktarırken, anı yazarı, tarih olmuş eski zamanların olaylarını hafızaya ya da belgelere dayalı olarak ortaya koyar. Bu bakımdan anı metinleri, yalnızca hatırlanabilen, unutulmayan, kaydedilebilen olayları içerdiği için tarihi aynen yansıtmaktan uzaktır. Yaşanmışı unutulmayan izler halinde verebilir.

Anıların yazılış sistemi genellikle kronolojiktir. Yazar, yaşayıp gördüklerini

belli bir tarih sırası içinde verir.



Ama kimi yazarlar kronolojiyi gözetmeden aklına geldiği gibi rast gele yazarlar. Bazı anılarsa, roman üslûbuyla yazılırlar. Bu durumda yazar da anı-romanın bir kahramanı konumundadır. Bazı anı kitapları toplum içinde belli özellikleriyle kendini göstermiş kişilerin portrelerinden oluşmaktadır. Yazar, görüp tanıdığı önemli kişilerin, siyasî, edebî, kültürel kişiliklerini, kişisel özelliklerini ve başka yönlerini tasvirî ve çözümleyici bir üslûpla anlatır. Bu tür anı kitaplarına Halit Fahri Ozansoy'un Edebiyatçılarımız Geçiyor

(1939), Yahya Kemal Beyatlı'nın Siyasî ve Edebî Portreler (1968) adlı eserleri örnek olarak gösterilebilir.

Yusuf Ziya Ortaç Portreler (1960) adlı kitabında yirmi dört şair ve yazarın fiziksel ve ruhsal portrelerini, sanatları ve eserleri ile ilgili düşüncelerini, kendileriyle yaptığı görüşmeleri, onların kendi üzerinde bıraktığı izlenimleri kaleme almıştır.

Hakkı Süha Sezgin'in 101 kişiden oluşan Edebî Portreler'i de Beşir Ayvazoğlu tarafından alfabetik bir düzen içinde yayımlanmıştır (İstanbul 1997). Vecihi Timuroğlu 'nun Yazınımızdan Portreler (Ankara 1991) adlı eseri 26 kişiden oluşmaktadır. Beşir Ayvazoğlu da "Osmanlının Yadigârları", "Yeni Devir Yeni Yüzler", "46 Sonrası" ve "Onlar da Bizden" adlı 4 bölümde topladığı 40 kişinin portresini Defterimde 40 Suret(İstanbul 1996) adıyla yayımlamıştır.



Türk Edebiyatında şuara tezkireleri, menakıpname, siyer, vekayi'name, gazavatname,

fetihname, sefaretname gibi eserler bilinen anlamıyla birer anı eseri olmasalar

da bu türe özgü bazı unsurları barındırmaktadırlar. Babür Şah (1488-1530) 'ın

Vakâyi (Babürname), Timur'un Tüzükât, Ebulgazi Bahardır Han'ın Şecere-i Türk adıyla

bizzat yazdıkları eserleri bir anlamda anı eserleridir. Hümayunname (Farsçadan

çeviren: Abdürrab Yelgar,1944), Hümayun'un kızkardeşi Gülbeden'in kaleminden

çıkmıştır. Yine Hümayun ile ilgili anıları ibrikçisi Cevher Tezkiretü'l-Vâkıat adıyla

kaleme almıştır.

Kanunî Sultan Süleyman'ın sadrazamı ve eniştesi Damat Lutfî Paşanın anıları Asafname adıyla Hayat Tarih Mecmuası (S.2, Mart 1968) 'nda yayımlanmıştır. Kadı Macuncuzade Mustafa Efendi (1597) adında Kıbrıs'a tayin edilen bir kadı, Kıbrıs'a yakın bir yerde Malta korsanları tarafından esir edilmesini ve başından geçenleri, türlü anılarını Sergüzeşt-i Esirî-i Malta (1597) adlı eserinde anlatır. Tameşvarlı Osman Ağa da 1788'de Kara Mustafa Paşa'nın Viyana kuşatması sırasında düştüğü esaret anılarını kaleme alır (M.Şevki Yazman, Viyana Muhasarasından Sonra Avusturyalılara Esir Düşen Osman Ağa'nın Hatıraları (1961). XVI. yüzyılda şair Zaifî, anılarını Sergüzeşt-i Zaifî adlı mesnevîsinde kaydetmiştir.

Bu yüzyılda ayrıca Barbaros Hayreddin Paşa'nın anıları, Seyyid Muradî Reis tarafından Gazavât-ı Hayreddin Paşa (Barbaros Hayreddin Paşa'nın Hatıraları, 1995) adıyla kaleme alınmıştır.

XVII. yüzyılda Kâtip Çelebi, Mîzânü'l-Hak, Süllemü'l-Vüsûl, Fezleke, Cihannümâ, Keşfü'z-Zünûn gibi eserlerinde; Evliya Çelebi de Seyahatname'sinde bazı anılarını aktarmışlardır.



Yukarıda verdiğimiz örnekler tarzında pek çok eser, anı türüyle ilişkilendirilebilecek niteliktedir. Burada siyasî ve edebî mahiyetteki anı eserlerin başlıcaları örnek olsun diye düzenlenmiştir. Bunlar kesin sınırlandırmalar değildir. Bir siyasî anı kitabında edebî anılar da olabilmektedir.



a. Siyasî ve Askerî İçerikli Anılar

Tanzimat döneminden itibaren anı yazma geleneği devlet yönetiminde bulunmuş önemli kişiler arasında da yaygınlaştı. Siyasî ve askerî olayların ağırlıklı olarak işlendiği bu tür anı eserlerinde daha çok siyasî çekişmeler, tarafların birbirilerini suçlamaları, görevden alınanların, sürgüne gönderilenlerin kırgınlıkları, sızlanmaları, suçlanan kişilerin kendilerini savunmaları, devlet yönetiminin nasıl işlediği ya da işlemediği; devlete, millete yapılan ihanetler gibi konulara yer verilmiştir. Belli başlı siyasî ve askerî nitelikli anılara şu örnekler verilebilir: Reşid Paşa'nın Hatıraları (1939); Midhat Paşa, Hayat-ı Siyasiyye, Hidematı, Menfa Hayatı (1907); Ahmet Cevdet Paşa, Tezakir-i Cevdet (1853-1887), Maruzat (1890); Ali Kemal, Yıldız Hatırat-ı Elimesi (1910); İsmail Müştak Mayakon, Yıldız'da Neler Gördüm (1940); Falih Rıfkı Atay, Batış Yılları (1963), Ateş ve Güneş, Zeytindağı; Rıza Tevfik, Ben de Konuşayım (1993); Hüseyin Cahit Yalçın, Siyasal Anılar (1976), Refik Halit Karay, Minelbab İlelmihrab (1964); Ali Fuat Cebesoy, Millî Mücadele Hatıraları (1953); Afet İnan, Atatürk'ten Hatıralar (1950); Celal Bayar, Atatürk'ten Hatıralar (1955); Halide Edip Adıvar, Türkün Ateşle İmtihanı (1975).

b. Edebî Muhtevalı Anılar

Tanzimat döneminden itibaren edebiyat alanında varlık gösteren pek çok sanatçı ve yazar, özellikle olgunluk yaşlarında yazdıkları anılarında edebiyata nasıl başladıkları, içinde yer aldıkları edebî topluluk ya da çevreleriyle olan ilişkileri, mücadeleleri, dönemlerinin siyasî, sosyal, edebî, kültürel görünümüne ilişkin düşünce, gözlem ve izlenimleri, eserleriyle ilgili açıklamaları gibi daha çok edebiyat tarihçilerinin ve

edebiyatçıların biyografilerini merak edenlerin işine yarayabilecek zengin bir malzeme bırakmışlardır. Edebiyata ilişkin özellikleri ağır basan bu anıların başlıcaları şunlardır: Ebuzziya Tevfik, Nümûne-i Edebiyyat-ı Osmâniyye (1876); Yakup Kadri, Anamın Kitabı (1957), Gençlik ve Edebiyat Hatıraları (1969); Halit Ziya Uşaklıgil, Kırk Yıl (1936), Saray ve Ötesi (1942); Ahmet İhsan Tokgöz, Matbuat Hatıraları (1930); Hüseyin Cahit Yalçın, Edebî Hatıralar (1935); Yahya Kemal Beyatlı, Çocukluğum, Gençliğim, Siyasî ve Edebî Hatıralarım (1973), Siyasî ve Edebî Portreler (1968). Bunlardan başka hariciye ve elçilik, cezaevi -avukat, tiyatro, basın, eğitim ve öğretmenlik, din, tarikat konularıyla ilgili anılar da yazılmıştır.
Türk Edebiyatı'nda Anı Türü
(Tarihi Gelişimi ve Temsilcileri)


'Anı'nın eski karşılığı 'hatıra'dır. Edebî bir tür olarak anı, bir kişinin aklının erdiği dönemden itibaren görüp yaşadığı, kendisi ve toplum için önemli gördüğü olayları ve durumları belli bir sistem içinde yazıya döktüğü, genellikle, otobiyografik metinlere denir. Otobiyografi, kişinin yalnızca kendisiyle ilgili bilgileri verirken anı, hem bireysel hem de sosyal anlamda bilgi içerir. Günlük tutan yazar, sıcağı sıcağına o günün olay, yaşantı ve düşüncelerini aktarırken; anı yazarı, tarih olmuş eski zamanların olaylarını belleğe ya da belgelere dayalı olarak ortaya koyar. Bu bakımdan anı metinleri yalnızca hatırlanabilen, unutulmayan, kaydedilebilen olayları içerdiği için tarihi aynen aksettirmekten uzaktır, büsbütün objektif olması beklenemez. Toplumların sosyal hayatlarında anı aktarmak önemli bir gelenektir. Özellikle yaşlı insanlar kendilerinden daha genç kimselere daha önce görüp geçirdiklerini, yaşadıkları ilginç olayları anlatırlar.

Anı yazma geleneği, Tanzimat döneminde, kimi devlet adamlarında batıdaki meslektaşlarına olan özentiden başlamış ve giderek günümüze kadar gelmiştir.


Tanzimat öncesindeki şuara tezkireleri, menakıpname, siyer, vekayi'name, gazavatname, fetihname, sefaretname gibi eserler bilinen anlamıyla birer anı eseri olmasalar da bu türe özgü özellikleri taşırlar.


Anılar konuları itibariyle genellikle siyasî ve edebî olmak üzere iki kategoride değerlendirilmektedir. Bunlar kesin sınırlandırmalar değildir. Bir siyasî anı kitabında edebî anılar da olabilmektedir. Kimi anı kitapları da toplum içinde belli özellikleriyle seçilmiş kişilerin portrelerinden oluşmaktadır. Halit Fahri Ozansoy Edebiyatçılarımız Geçiyor (1939), Yahya Kemal Beyatlı Siyasî ve Edebî Portreler (1968); Yusuf Ziya Ortaç Portreler (1960); Hakkı Süha Sezgin Edebî Portreler'i (İstanbul 1997); Beşir Ayvazoğlu Defterimde 40 Suret (İstanbul 1996)... gibi.


5.1. Siyasî ve Askerî Konulu Anılar
Tanzimat'tan sonra anı yazma geleneği devlet yönetiminde bulunmuş önemli kişiler arasında da yaygınlaştı.


5.1.1. Askerî Konulu Anılar
Afet İnan Atatürk'ten Hatıralar (1950), Atatürk Hakkında Hatıralar ve Belgeler (1959); Falih Rıfkı Atay Atatürk'ün Bana Anlattıkları (1955), Atatürk'ün Hatıraları (1965), Çankaya (1969); Celal Bayar, Şevket Süreyya Aydemir Suyu Arayan Adam (1959); İsmet Kür Anılarıyla Atatürk (1965); Ali Fuat Cebesoy Sınıf Arkadaşım Atatürk (1997); Hilmi Yücebaş Atatürk'ün Nükteleri Fıkraları Hatıraları (1963); Ahmet Cevat Emre İki Neslin Tarihi (1960); Nadir Nadi Perde Aralığında (1965); Erdal Öz Deniş Gezmiş Anlatıyor (1976); Safa Güner Köy Enstitüleri Hatıraları (1963); Yakup Kadri Karaosmanoğlu Zoraki Diplomat (1955). Politika'da 45 Yıl (1968); Samet Ağaoğlu Strazburg Hatıraları (1933), Babamdan Hatıralar (1939), Aşina Yüzler (1965)... Ahmet Ağaoğlu Serbest Fırka Hatıraları (2. baskı, 1969); Erdal İnönü Anılar ve Düşünceler; Rauf Denktaş Rauf Denktaş'ın Hatıraları (4 cilt, 1996); Emre Kongar Ben Müsteşarken (1996); Gülsün Bilgehan Mevhibe İnönü'nün Anıları, Milliyet, 08.03.1998...


5.1.2. Hariciye ve Elçilik Anıları
Ülkemizi yurt dışında temsil eden, yurt dışı görevlerinde bulunan bazı kişiler oradaki kimi ilginç gözlem ve izlenimlerini yazıya dökmüşlerdir. Ali Fuat Cebesoy Moskova Hatıraları (1955); Feridun Cemal Erkin Dışişlerinde 34 Yıl (1980); Zeki Kuneralp Sadece Diplomat (1982)...


5.1.3. Cezaevi ve Avukat Anıları
Ülkemizde belli dönemlerde özellikle aydınlar, sanatçılar, edebiyatçılar ve politikacılar zaman zaman tutuklanmışlardır. Onlar hapishanede yaşadıklarını, yargılanmaları s ırasında başlarından geçenleri, çektikleri sıkıntıları ve bu tür kişilerin davalarını üstlenen avukatlar gözlem ve izlenimlerini anı biçiminde yazmışlardır: Necip Fazıl Kısakürek Cinnet Mustatili (1955), Yılanlı Kuyudan (1970); Bediî Faik Hapishane Notları (1958); Halikarnas Balıkçısı Mavi Sürgün (1971); Aziz Nesin Bir Sürgünün Anıları (1971); Nazlı Ilıcak Allah Kurtarsın (1987); Zeynep Oral Bir Ses (1987); Sevgi Soysal Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu (1976)...

5.2. Edebiyat ve Sanat Konulu Anılar
Tanzimat döneminden sonra pek çok sanatçı ve yazar, özellikle olgunluk yaşlarında siyasî, sosyal, edebî, kültürel alanlardaki düşünce, gözlem ve izlenimlerini, eserleriyle ilgili açıklamaları yazmışlardır.


5.2.1. Edebiyat Konulu Anılar
Refik Halit Karay İstanbul'un İç Yüzü (1920), Üç Nesil Üç Hayat (1943); Ercüment Ekrem Talu Dünden Hatıralar (1945); Nihat Sami Banarlı Yahya Kemal Yaşarken (1959), Hilmi Yücebaş Yedi Şairden Hatıralar (1960); Yusuf Ziya Ortaç Portreler (1960); Oktay Akbal Şair Dostlarım (1964); Zekeriya Sertel Mavi Gözlü Dev (1968), Nazım Hikmet'in Son Yılları (1979); Orhan Kemal Nazım Hikmet'le Üç buçuk Yıl (1965); Mehmet Seyda Edebiyat Dostları (1970), Çocukluk Yılları (1980); Mehmet Başaran Yasaklı (1987); Mehmet Kemal Acılı Kuşak (1968); Demir Özlü Sürgünde 10 Yıl; Ömer Faruk Toprak Duman ve Alev (1969); Sabiha Sertel Roman Gibi (1969); Aziz Nesin Bir Sürgünün Anıları (1971), Poliste (1967)...


Halide Nusret Zorlutuna Bir Devrin Romanı (1978); Meral Tolluoğlu Babam Nurullah Ataç (1980); Talip Apaydın Bozkırda Günler (1952), Karanlığın Kuvveti (1967), Akan Sulara Karşı (1985); Hikmet Erhan Bener Bürokratlar (197879); Muzaffer Buyrukçu Arkadaş Anılarında Orhan Kemal (1984); R ıfat Ilgaz Yokuş Yukarı (1982), Kırk Yıl Önce Kırk Yıl Sonra (1986); Hasan İzzettin Dinamo 67 Eylül Kasırgası (1971), 2. Dünya Savaşında Edebiyat Anıları (1984); Baki Süha Ediboğlu Bizim Kuşak ve Ötekiler (1968); Samim Kocagöz Bu Da Geçti Ya Hu (1992); Melih Cevdet Anday Akan Zaman Duran Zaman (1984); Ahmet Hamdi Tanpınar "Cahit Sıtkı'ya Dair Hatıralar", Edebiyat Üzerine Makaleler (1969)...


5.2.2. Tiyatro ve Tiyatro Sanatçıları İle İlgili Anılar
Kimi tiyatro yazar ve sanatçıları da meslek hayatları boyunca başlarından geçen ilginç olayları kaleme almışlardır. Hafi Kadri Alpman Ahmet Fehim Bey'in Hatıraları (1976); Vasfi Rıza Zobu O Günden Bu Güne (1977), Uzun Hikâyenin Sonu (1990); Halit Fahri Ozansoy Şehir Tiyatrosunun 50. Yılı Darülbedayi Devrinin Eski Günlerinde (1964); Haldun Dormen Sürç ü Lisan Ettikse (1977); Gülriz Sururî Kıldan İnce Kılıçtan Keskince (1978); Mücap Ofluoğlu Bir Avuç Alkış (1985)..

.

5.3.3. Basın Anıları
Basın çalışanlarının, yazar ve muhabirlerinin anıları vardır: Ahmet Rasim Muharrir, Şair, Edip (1926, 1980); Ahmet İhsan (Tokgöz) Matbuat Hatıralarım (19301931); Yusuf Ziya Ortaç Bizim Yokuş (1966); Necip Fazıl Kısakürek Babıali (1975); Vedat Nedim Tör Yıllar Böyle Geçti (1976)...


5.3.4. Eğitim ve Öğretmenlik Anıları
Eğitimciler ve öğretmenler, meslekleri gereği yurdun pek çok yerinde bulunarak ülke çocuklarını ve toplumu eğitme sorumluluğunu üstlenmiş kişilerdir. Dolayısıyla eğitimciler birçok sorun, kişi ve gruplarla gerektiğinde mücadele eden kişilerdir. Kimi eğitimciler önemli olaylara tanıklık etmiş olan hayatlarını kaleme almışlardır: Hıfzırrahman Raşit Öymen Mektepçiliğin Kâbesinde İntibaât ve Tahassüsat (1926); Şevket Süreyya Aydemir Toprak Uyanırsa (1963); Fikret Madaralı Ekmekli Dönemeç (1965); Enver Demir Bir Öğretmenin Defterinden 41 Yılın Hikâyesi (1968); M. Rauf İnan Bir Ömrün Öyküsü (1986); Kemal Kurdaş ODTÜ Yıllarım (1998)...


Bu sınıflamanın dışında birkaç örnek: Abdülhak Şinasi Hisar Geçmiş Zaman Köşkleri (1956), Geçmiş zaman Fıkraları (1958)... Nahit Sırrı Örik Eski Zaman Kadınları Arasında (1958); Halit Fahri Ozansoy Eski İstanbul Ramazanları (1968); Malik Aksel Resim Sergisinde Otuz Gün (1943); Samiha Ayverdi Bir Dünyadan Bir Dünyaya (1974), Hatıralarla Başbaşa (1977), Hey Gidi Günler Hey (1989); Esin Afşar Anılar Yanıltır mı? (1995); Halit Kıvanç Hadi Anlat Bakalım Anılar 1 (1998)...